Diktatörler de ölür!..
Hayat herkes için kısadır. Yalan dünya işte, ne olacak? Sıradan insanlar yaşam felsefesine çevirirler en gündelik deyişleri: "Üç günlük dünya!" "Bugün var, yarın yokuz!" "Yarın ne olacağız belli mi ki?" Ve bir şarkının notalarında çırpınır kanatları; çaresiz göçmen kuşlarının: "Değer mi hiç! Değer mi!" Göçmen kuşlarıyız hepimiz, evet... Yalnız tepemizde kanat çırpanlar da değildir, belirsiz bir yerden gelip, sonra sonsuz bir ufukta kaybolanlar. Hepimiz şu yalan dünyanın göçmen kuşlarıyız ki... Ne geldiğimiz yer bellidir, ne gideceğimiz.. Sadece bir "ömür" konaklarız olduğumuz yerde; o kadar...
Daha neler söylenir kim bilir hayata ve ölüme dair... Lakin... Sadece sıradan insanlar farkındadır ömür dediğin çalar saatin... Çalar saat işte... Kurulduğu yere kadar çalışacaktır... Sonrası yok... Oysa... Bütün dünyayı kendi ihtiraslarının zembereğinde kuranlar ve kurgulayanlar ki ; unuturlar "fani" bir ömrün tahtında oturduklarını...
Ne zaman "Nazi imparatorluğunun yükselişi ve çöküşü" ne dair film bir seyretsem ekranda; hep aynı soruyu sormak isterim; toplama kamplarının kumandanına: "Biliyor musun, sen de öleceksin yaktığın cehennem kazanının 'nar'ında yanarak..." Ve... "Ölüm, yalnız temerküz kamplarında çubuklu pijamalarıyla teslim aldıklarınızın kaderi değildir..." "Teslim alanlar da teslim olacaktır vakti gelince..." Lakin... Sesimi duyamaz "ötekileri yok ettikçe kendilerine dünyada daha uzun bir ömür açtığını zanneden" gamalı haçlı "Herr işkence!" Bir filmin sanal kahramanı olduğu için işitmez değildir sesimi... Çoktan kül olup gitmiştir o sanal hikayenin hakiki "ilham iblisi" de...
Diktatörler de ölür, evet... "Ak taş ardında kara yılan" ı bulan ölüm; o kaçınılmaz son; tıkıldığı hücrede bulur vurur zalimleri... Zulmettiklerinden daha fazla değildir kendilerine bahşedilmiş ömrün kaderi... Slobodan Miloşeviç hücresinde ölü bulundu. Miloşeviç, diktatör müydü? İyi kötü bir parlamento, iyi kötü bir seçim, iyi kötü bir politik liderlik... Lakin... Başka bir halkın yaşama hakkının yok edilmesine karar verme hakkına sahip bulunduğuna inanmak değil midir en büyük diktatörlük? 11 Temmuz 1995' te mesela... Srebrenica'da... Sadece bir noktada... 8000 Müslüman Bosnalı'nın katliamına karar vermek iradesi, hangi "hür nizam" ın tanıdığı haktır insanoğluna? Miloşeviç, ömrü kadar yaşayıp öldü... 8 bin masum insanın ömrü toplanıp yazılmadı kendi yazgısına... Dahası... Kendi halkına da yer açılmadı şu "darı dünya" da, ölenlerin hayatı kadar! Dahası... Şimdi kendi halkı da her yıldönümünde; her 11 Temmuz'da, boynunu büküyor vicdan mahkemelerinin divanında, ister istemez... Lakin... Göz yummak da, sessiz kalmak da, bilmezliğe yatmak da; ilmiğe bir boğum atmakla eşdeğer oluyor işte kimi zaman... İster istemez... Miloşeviç öldü... Ya ötekiler? Bosnalı Sırp lider, Radovan Karaziç yaşıyor... Onun askeri şefi Ratko Miladiç de öyle... Kaçıyorlar mı? Nereden, kimden ve nereye kadar? Ölüm yalnızca La Hey'de bir cezaevi hücresinde mi volta atar acaba?
Belki de "Sıradan insanlar olmak!" kurtaracak dünyayı... Belki de "Üç günlük dünya işte!" diyebilmek arkadaş ıslıklarında... Belki de "Değer mi hiç" diyen bir şarkıdan haberdar olabilmek yalnızca...
|