Asıl aydınlanması gereken konu
Türkiye'de seçilmişlerle atanmışlar arasında yeniden ciddi bir kriz yaşanıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde yaşanması beklenen gerilimlerin en çarpıcı örneklerinden birine tanık oluyoruz. Ortada açık bir güven bunalımı olduğu çıplak gözle bile görünüyor. Herkes iddianameyi tartışırken Şemdinli'de yaşanan bombalama olayları tamamen unutulmuş görünüyor. Burada gündemden düşürülmemesi gereken asıl konu, iki astsubayla bir itirafçının bagajı silah ve krokilerle dolu bir otomobil içinde, ölümle sonuçlanan bir bombalama olayının ardından yakalanmış olduğu gerçeğidir. Görgü tanıkları, bombayı atanı ve attıktan sonra bindiği otomobili tespit etmiştir. Yani, bölgede asayişi korumakla görevli iki rütbeli şahsın, kendi ülke vatandaşlarına yönelik bir eylem içine girdiği şüphesi vardır. Terörle mücadele adı altında, hukukun dışına çıkılmış, çete benzeri oluşumlara gidilmiş midir, gidilmemiş midir? Bütün tartışmaların odak noktası budur. Türkiye'de insanlar bir hukuk düzeni içinde yaşıyorsa, kendi güvenlik güçlerinden kuşkuya kapılmamaları gerekir. Şemdinli'de ortaya çıkan tablo bu güveni sarsıntıya uğratmıştır. Bu olayın dibine kadar gitmek adalet sisteminin, Meclis'in en büyük görevidir. Ancak, bu yapılırken hukukun başka hesaplaşmalara alet edilmemesi gerekir. Adalet, gerçeği aydınlatma yolunda ilerlerken siyasi hesapların devreye girmemesi gerekir. Halkta, hukukun siyasete alet edildiği kuşkusunun uyanması, en az güvenlik güçlerinin yasadışı işlere girişmesi kadar tehlikelidir. Türkiye çeteleşme kadar, adaletin siyasileşmesinin sonuçlarını da çok ağır biçimde yaşadı, bedelini ödedi. Görünen o ki, geçmişten yeterince ders almamışız. Yargının siyasallaşması yargıya güveni kökünden sarsacağı gibi, yargının siyasete müdahalesi sonucunu da doğurma riskini taşır. Herkesin kendi oyununu oynamaya çalıştığı bir ortamda, yargının bu kavganın içine çekilmesi demokratik sistem için en büyük tehdittir. Yakın geçmişte kendileri parti kapatmadan, siyasetten yasaklanmaya kadar yargı mağduru olmuş insanların, bugün benzer bir yaklaşım içine girmelerine ihtimal vermek istemiyorum. Bu noktada ilginç olan, Başbakan Erdoğan'ın çıkıp bütün bu gelişmelerle ilgili olarak medyayı suçluyor olabilmesidir. Haklı olduğu bir nokta var, medya atanmışseçilmiş ikileminde, içgüdüsel olarak tavrını atanmışlardan yana koymaktadır. Medyanın demokratik sicilinin çok temiz olduğunu kimse iddia edemez. Ancak, kabul etmek gerekir ki, bu krizde medyanın belirleyici bir rolü olmamıştır. Gazeteler, Van Savcılığı'ndan sızan bir iddianameyi doğal olarak manşetlerine taşımıştır. Çünkü iddianamede Kara Kuvvetleri Komutanı hakkında ciddi ithamlar vardır. Bundan sonraki gelişmeler, her gazetenin kendi dünya görüşüne göre birinci sayfalarına ve köşe yorumlarına yansımıştır. Başbakan Erdoğan'ın bu açıdan yine medyayı sorumlu görmesi yanlıştır. İktidara düşen, yargının bağımsızlığına gölge düşürmeden Şemdinli bombalarının arkasındaki gerçeğin ortaya çıkmasına yardımcı olmaktır. Bu noktadan sonra bu o kadar kolay mı, artık kuşkuluyum.
|