Dış politikada mesaj vermek
Türkiye bir kez daha "devrede." Evet, evet! Bu kez karikatür krizi ya da Hamas değil, Irak için. Bölgesel krizlere çözüm bulmayı, ya da en azından "el atmayı" misyon edinen ülkemiz, bu kez Irak'ta başlayan iç savaşı du rdurmak için kolları sıvadı. Bu sebeple hemen Irak Başbakanı İbrahim Caferi ve kafasında siyah türbanı ve hiddet saçan gözleriyle ekranlarda görmeye alıştığımız Mukteda el Sadr Ankara'ya davet edildi. Tabii bu sözlerimden Türkiye'nin bölgesel rol oynamasına karşı çıktığım, hükümetin global vizyonunu anlamadığım, "arabuluculuk" çabalarını küçük gördüğüm anlaşılmasın. Tam tersine böyle girişimler hoş ve faydalı. Aksini söyleyip kimsenin hışmını çekmek de istemem. Ancak yakın zamana kadar Irak politikamızın net hatlarıyla belirlenmemiş olduğunu ve savaştan bu yana Bağdat'taki etkimizin marjinal sayılabilecek olduğunu düşünürsek, bu yeni Irak inisiyatifini "cesur" bulmamak elde değil. Bir yıldır Irak'ta cumhurbaşkanlığı yapan Celal Talabani'yi ısrarla resmi bir gezi için davet etmeyen Ankara, şimdi içinde El Kaide, İran, ABD, İngiltere, Baas Partisi kalıntıları ve 1400 yıllık nefretin olduğu Şii-Sünni çatışmasını durdurabilirse, tüm dünya buna şapka çıkaracaktır. Başta ben. Üstelik Caferi'nin son Ankara gezisinde, Başbakan Tayyip Erdoğan'la arasında sempatik bir kişisel bağ kurulmuştu . Kerkük ve Kürtlerin bağımsızlık talepleri konusunda Türkiye'ninkine benzer bir tutum takınan Caferi, İran destekli (hatta kontrolündeki diyelim) Şii partisi SCIRI içinde iktidar mücadelesinde. Onun da desteğe ihtiyacı var . Aslında savaşın başından beri asıl yapmamız gereken, nüfusun yüzde 65'ini oluşturan Iraklı Şiilerle daha sıkı bir diyalogdu. (Bunu söyleyince Dışişleri yetkilileri "Ama biz Sistani'yi ziyaret ettik, El Hekim'i ağırladık" diyor ama doğruya doğru, Şii siyaseti üzerinde etkimiz yok.) Cengiz Çandar'ın dünkü Radikal'de Neşe Düzel'e hatırlattığı gibi, Türkiye şu zamana kadar Irak'a " Sünni refleksi" ile yaklaştı. Oysa Şiileri, hele Iraklı Şii'leri anlamak kolay değil. Yakın zamana kadar Irak'taki temel muhatabımız, Irak'ın en güçlü Sünni partisi Irak İslam Partisi idi. Onların hamisi olmak istedik, Washington'un da teşvikiyle Sünni azınlığı seçime özendiren bir rol oynadık . Ancak Irak'ta siyasi erk Şiilerin, onların ipleri de Tahran'ın elinde. Ankara'da resmi ağızlar, yarın gelecek Caferi'ye "Irak'ın toprak bütünlüğü korunsun", "Etnik çatışma olmasın" gibisinden mesajlar verileceğini söylüyor. Eminim zaten Caferi'nin kendisi de böyle düşünüyordur. Ama yine Çandar'ın saptamalarına dönersek, "Dış politika mesaj verme mekanizması değildir. 'Mesajımız var, mesajımızı ilettik, mesajımız alındı' diye bir tarz olmaz. Dış politika adı üstünde bir uygulamadır." Bu HAMAS için de geçerli, Caferi ve Türkiye için "ikinci bir Halid Meşal vakası" olma potansiyeline sahip Sadr için de. Türkiye'nin Bağdat'ta ağırlığını artırmak için asıl yapması gereken, üst düzey ziyaretlerle "mesaj verme" olayı değil, Sünni-Şii denklemini iyi okuyarak "Sünnilerin hamisi" yerine Irak satrancının üstadı olmak. Bu açıdan Irak politikamızdaki en akıllıca manevra, MİT Müsteşarı Emre Taner'in Kuzey Irak'ta Mesut Barzani'ye yaptığı ziyaret ve ardından gelen Kuzey Irak açılımıydı. Hükümetin destek ve talebiyle yapılan bu gezi, "Irak'ta iç savaş" ve "bağımsız Kürt devleti" senaryolarını hesaba katarak yapılan uzun soluklu bir siyasetin ilk adımıydı. Ankara, Kuzey Irak ve Barzani'ye bakışını değiştirirken, kendi çıkarlarını da garantiye alma yolunda bir adım attı. Gerisi çok da önemli değil.
|