Nişantaşı'nın dilencisi bir başka!
Özellikle varlıklı insanların yaşadığı mahallelerin vazgeçilmezi olmaya başladı; "Abla bana yemek alsana", "Abla bir resim alsana n'olur" diye otomatiğe bağlamış yalvaran çocuklar. Aslında 'vazgeçilmez' falan değiller de, önüne geçilemiyor herhalde... Şöyle acı bir gerçek var ki... İstanbul'da dilencilik yapan veya kağıt mendil, kartpostal, karınca duası, ciklet vesaire satarmış gibi görünüp aslında yakanıza yapışıp yalvararak, peşinizden yürüyerek yine çaktırmadan bir nevi dilencilik yapan çocuklar, gayet 'organize'! Çoğunlukla Doğulu çocuklar, İstanbul'a getirilip kış mevsimi boyunca bu işlerde 'çalıştırılıyorlar' ve ailelerine düzenli olarak para gönderiliyor. Hatta çocukları dilenme bölgelerine sabah bırakıp, oralardan akşam alan servisleri bile var! Yaz gelip İstanbul boşalınca da çocuklar memleketlerine tatile yollanıyorlar! Dilenme, mevsimlik iş haline dönüşmüş durumda. Bu, işin acıklı bölümü...
JAMBONLU SANDVİÇ! Bir de bu ufaklıkların kendi zeka ve kişiliklerinden ortaya çıkan "Nişantaşı usulü dilenme tarzları" var ki; çoğu zaman rahatsız etse de, bazen dayanamayıp sokak ortasında gülme krizi geçiriyorsunuz! Geçtiğimiz gün Nişantaşı'nda kısa bir yürüyüşte bendenize olduğu gibi... Artık Abdi İpekçi Caddesi'nin bütün dilenci çocuklarıyla tanışıyoruz. İki tane oğlan kaldırıma oturmuş. Biri resim satıyor, biri ciklet. Biri arkamdan bağırıyor: - Abla bir öğle yemeği al be! - Almam! - Abla Şütte'den bir jambonlu sandviç al be, n'olur?! Şütte'den jambonlu sandviç mi? "Abla simit al", "Abla ekmek al", Nişantaşı'nda bu kalıba dönüşmüş durumda. Jambonlu sandviçten aşağısı kurtarmıyor, hatta şarküteri markası da veriliyor! "Gel sana büfeden bir kaşarlı tost alayım" desen, belki klasik yöntemleri olan 'sokağa rezil etme' tonunda 'cimri' diye bağıracaklar! Neyse ki resim satan çocuk, buraların eskisi de beni tanıyor. "Almaz o almaz, eskiden alırdı" diye açıklıyor ötekine! 'Organize İşler' vaziyetlerini öğrenene kadar alırdım hakikaten, artık vazgeçtim... Bir tane eli maşalı küçük kız var! Genellikle Motus Spor Salonu'nun önünde takılıyor! Bir kere her geçişte ondan bir fırçamı yiyorum! - Abla bir yemek parası versene! - Vermeyeceğim. - Ya veer! - Vermeyeceğim çocuğum! - Ama geçen sefer söz vermiştin! Bu yeni numaraları! "Ama söz vermiştin" her çocuğun karşı konulmaz ikna tekniğidir, bilirsiniz... Bu veletler de bu gerçeği keşfetmiş, "Hayır" dediğiniz anda arkanızdan bağırıyorlar "Canın sağolsun, bir dahaki sefere ha?" Geçiştirmek için kurtulma sevinciyle "Oldu oldu" falan derseniz, bir daha aynı mahalleden geçmemeye özen gösterin! Yoksa yakalayıp "Ama söz vermiştiiiin"i patlatıyorlar! Eli maşalıyla muhabbetimize devam ediyorum. Bu arada, ben önde, o kah paltomun eteğini çekiştirerek arkamda, bir ikili gibi yürüyoruz! Çok uzaktan bakan biri, çocuğumla yürüyüş yapıyorum sanabilir! - Ama söz vermiştin! - Vermemiştim! - Yalancı! - Bağırma çocuğum! - Yalancısın sen! Aldattın beni! - Dramatikleşme, para vermeyeceğim! - Yalancı! Artistsin sen artist! - Artistim tabii, ne zannetin! Bu da benim taktiğim! "Artistim, evet" deyince susuyorlar!
ASLA PES ETMİYOR Bazıları tanıdığı için 'artist'i artık bir küfür olarak kullanamayacağını anlıyor. Kimisi de herhalde "Bu yüzsüzlükle ben bile baş edemem" diye düşünüyor! Fakat benim eli maşalı pes etmiyor. Bütün caddenin duyabileceği tonda bağırıyor: "Hiç televizyonda göründüğün gibi değilmişsin, yalancısın sen, çocukları aldattın, ahlaksız, ünlü oldun böyle oldun"! Ünlü olmadan önceki halimi yakinen tanırmış gibi! Aslında bir trajedi yaşanıyor da, benim algıda seçiciliğim işin komedi tarafını çekip çıkarıyor. İşin komedi olmayan yanlarıyla ilgilenmesi gerekenler ne yapıyor, onu bilmiyorum...
|