| |
Komisyon'a alkış
Ortadoğu ülkelerinde Hazreti Muhammed karikatürlerine tepkiler çığırından çıkıp örgütlü saldırılara dönüşürken AB Komisyonu cesur bir adım attı: 25 üye ülkeye dün Türkiye'yle tarama süreci tamamlanmış başlıkların ilkiyle müzakerelerin açılmasını öneren rapor gönderdi.
Neredeyse hergün değişen gündemin hayhuyunda gözden kaçıyor ama Avrupalılar son dönemde Türkiye'nin hanesine dört başarının notunu düştüler. Sayalım: 1- Orhan Pamuk davasının kapanması. 2- Kuş gribini tüm uzmanların takdirini kazanan mücadeleyle yok etmesi (örneğin ABD Salgın Kontrol ve Önleme Merkezi yöneticilerinden Dr. Joseph Breese "Türkiye kuş gribi virüsünün nasıl kontrol altına alınabileceğini herkese gösterdi" dedi). 3- Kıbrıs'ta açılım. 4- İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin yoğun karla etkin mücadelesi (Böylece Batı'da olduğu gibi günlük yaşamın meteorolojik koşullardan etkilenmeden sürebileceğini kanıtladı.) İşte bu olumlu göstergelerin ve tarama sürecinin sorunsuz yürümesinin etkisiyle AB Komisyonu dün 25 üyeye, "Türkiye ile bitmiş başlıklardan biriyle müzakereleri açabiliriz" raporu gönderdi. Komisyon'un önerisi, siftahın "Bilim ve Araştırma" başlığıyla yapılması. Onu "Eğitim ve Kültür"ün izlemesinin öngörüldüğü raporda şöyle bir not var: "Türkiye bu iki başlıkta da müzakerelerin koşulsuz açılmasına hazır..." Bugünden itibaren gözümüz ve kulağımız özellikle üç başkentte olacak. İlki Viyana. Dönem Başkanlığı'nı devralırken "Türkiye'ye AB kapısını açık tutacağız" diyen Avusturya Başbakanı Wolfgang Schüssel ile "Bizim dönemimizde bir-iki başlıkta müzakerelerin başlayacağını sanıyorum" diyen Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik için dürüstlük sınavı günleri geldi. Doğrusu biz Viyana'dan sürpriz beklemiyoruz. Çünkü gerek Dönem Başkanlığı'nın sorumluluğu ("Ahde vefa"nın AB'nin en önemli değerlerinden olduğunu biliyor), gerekse Müzakere Çerçeve Belgesi'ne koydurduğu "Hazmetme kapasitesi" koşulu nedeniyle, Schüssel'in Türkiye'ye yaklaşımında ve söyleminde göreceli yumuşama gözlüyoruz.
Papadopulos ne yapabilir? İzleyeceğimiz ikinci başkent Paris. Her ne kadar Başbakan Dominique de Villepin iki hafta önce "Önceliğimiz AB'nin derinleşmesi. Bugün karşılaştığımız kimlik bunalımı hızlı genişlemenin sonucu" diyerek içimize kurt düşürmüş olsa da, pek tedirgin değiliz. Elysee Sarayı'nda Jacques Chirac oturduğu sürece. Çünkü Fransa Anayasası'na göre dış politikada ve AB konusunda tek yetkili Cumhurbaşkanı olarak o. Chirac'ın Türkiye'ye desteğinde milim sapma yok. Gelelim üçüncü başkent Lefkoşa'ya. Rum yönetiminin "Her başlığın açılması ve kapanmasında veto hakkımız var. Gerekirse kullanmaktan çekinmeyiz" tehditlerini uygulamaya geçirmesi özellikle şu sıralar asla mümkün değil. İki nedenden ötürü: * Türkiye'ye pek yansımadı ama AB geçenlerde ciddi bir KDV krizi yaşadı. Yoğun emek gerektiren bazı hizmetlerde (konut onarımı ve temizliği, evde tedavi, kuaförlük, onarım işleri gibi) indirimli KDV uygulamasının 2010 yılına kadar uzatılmasını üç üye veto etmeye kalktı: Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Rum yönetimi! Başta Fransa olmak üzere AB'nin ağır topları "Sizi başımıza bela olmanız için mi üye yaptık" diye yüklenince Rumlar hemen yelkenleri suya indirdiler. * İkincisi, Türkiye'nin Kıbrıs hamlesinin AB'de genel takdir görmesi ve Rumlar'ın köşeye sıkışmaları. AB çevreleri Türkiye'nin açılımını reddeden, Kıbrıs Türkleri'ne yardımı engelleyen Rum yönetiminin AB'de tecrite doğru gittiğini belirtiyorlar. Yani, "Türkiye'yle müzekereleri başlatalım" önerisine Kıbrıs'tan da çelme gelemez. Tabii Papadopulos siyasi intiharı göze almadıysa. Karikatür krizinin vahim mecralara sürüklendiği bir sırada AB Komisyonu'nu dürüstlüğü ve cesareti için kutluyoruz...
|