"Sağ olsun medya..."
Bir ülkenin başbakanı derse ki... "Sağ olsun medya da bu konulara hiç girmiyor." Ne olur? Kendi malvarlığı ile ilgili bir tartışmayı ana muhalefetin "banka ortaklığı"na doğru yürüten Başbakan, konuşmasının bir yerinde, bilinen müstehzi gülüşüyle ve kadim meydan okuma üslubuyla aynen böyle dedi. Bu ne demek?
Şu demek: Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı, "demokratik hukuk devleti"nin özgürlükçü, sansür karşıtı medyasını, yani gazetecilik ortamını, kimi konuları didiklerken bazı mevzulara hiç dokunmamakla, girmemekle, sorgulamamakla, haber ve yazıya taşımamakla eleştirdi. Eleştirdi? Açıkçası, suçladı. Ayrımcılıkla, kayırmakla, haber saklamakla, her şeyi yazmamakla, seçmeci davranmakla, bir bakıma sansürle, her bakımdan "oto-sansür" yapmakla suçladı. Medyanın buna bir cevabı olmalı mı, olmamalı mı yoksa hiç değişmemeli mi... Görmeli mi görmemeli mi, yoksa hiç bakınmamalı mı... Bilmeli mi, bilmemeli mi, yoksa hiç öğrenmemeli mi?
Son üç satır için Bülent Ortaçgil'in klasikleşmiş mısralarına teşekkür ederken, birden dilimin ucuna geldiklerinde duruma ne kadar uygun düştüklerini fark ettim. Sonra aklıma bir başka şarkısı geldi: "Bu iş zor, çok zor Yonca... Çünkü insanlar yıllar boyunca hiç soru sormadan durur." Hakikaten, günler, yıllar boyunca soru sormadan durunca, Yonca; hiç bakınmayınca ve o yüzden görmeyince, gördüğünü görmezden gelince, bir de öğrenmeyince ve bilmeyince, bildirmeyince... Ve bunun böyle olduğunu hem bir kısım medya, gazeteci, filanca hem de başbakanlar, muhalefet liderleri, kuvvet komutanları, işadamları ve kadınları filan bilince... Ne diyeceksin; bu iş zor, çok zor. Yine de, oynar mısın benimle?
Şimdi, kışkırtmak gibi olmasın ama, medyanın, meslek örgütlerinin Başbakan'ı bu "sansürcülük suçlaması"nda açık olmaya, açıklama yapmaya, bildiklerini söylemeye, belgelemeye, kanıtlayamazsa özür bile dilemeye davet etmesi lazım. "Nereden biliyorsunuz?" diye sorması lazım. Üstüne gidilmeyen meselelerin, girilmeyen konuların, saklanan gerçeklerin, Başbakan bildiği halde kamuoyundan gizlenenlerin örneklerini istemesi lazım. Sahi, bir ülkenin elbet "çok şeyi bilen" başbakanı mesela; medyanın, gazetecilerin kimi şeyleri yazmadığını, ekranda göstermediğini, didiklemediğini nereden bilebilir ki! "Basın, iletişim, düşünce ve ifade özgürlükleri" üstüne mangalda kül bırakılmayan bir siyaset, medya ve sivil toplum dünyasının aslında "içten pazarlıklı" olabildiğini... Özgürlükçülük ve demokratlığının ayrımcı, seçmeci, kayırmacı, gizlemeci, oto-sansürcü lekeler taşıdığını, öyle kafadan iddia edebilir mi ki! Provokasyon gibi algılanmasın da; belki "malvarlığı"ndan da hayati bir meseledir ve bir halkın yanlış, eksik bilgilendirilmesi, bilgi hakkına, siyasetin, iktidarın, devletin, güçlerin ve güçlülerin denetlenmesi gereğine iyi saatte olsunların müdahalesi ve demokrasinin duman altı kalmasıyla ilgilidir! Bir "Kalvinist" tekerlemesi şöyledir: "Bir peder bir pedere gel peder hep beraber peder peder günah çıkaralım der." Yok böyle bi şiy tabii! Attım. Zaten bir sürü şey palavra değil mi! Pederler neden günah çıkarsın ki.
|