|
"Babam Ve Oğlum"da ilk kez kendi oyunumu çok beğendim
|
|
Türkiye'nin en değerli oyuncularından Çetin Tekindor, dizilerden sonra sinemada da başarısını kanıtladı. "Babam ve Oğlum"daki oyunuyla izleyenleri büyüleyen usta sanatçıyla konuşmak büyük bir keyifti.
Çetin Tekindor'la konuşmanın beni bu kadar heyecanlandıracağını ve bu kadar onurlandıracağını tahmin etmezdim. Ünlülere alışık olan ben... Öncelikle şunu öğrendim ki, bu değerli tiyatro, sinema ve şimdi de TV dizileri yıldızı, çok uzun bir zamandır hiç konuşmamış, gazetecilik deyimiyle 'röportaj vermemiş'. 1980'lerde ilk Yeşilçam filmini çevirdiğinde yapılan bir röportaja çok kızdığından beri... Nitekim araya koyduğum "Babam ve Oğlum" filminin yönetmeni Çağan Irmak, "Hiç uğraşmayın Atilla bey, konuşmaz" dedi. Ama Çetin bey Sabah'ın ve benim adlarımızı duyunca ilkesini bozdu, lütfetti ve bana nefis bir konuşma fırsatı armağan etti. Bizler, yani Ankara dışında oturup da onun Devlet Tiyatrosu'ndaki birbirinden güzel rollerini göremeyenler, onu 1970'lerden itibaren ünlü dizilerin sesi olarak tanıdık. 1970 yılında konservatuvarı bitirip Devlet Tiyatrosu'na giren sanatçı, 35 yıllık bir tiyatro oyuncusu. 50 kadar oyunda oynamış. En sevdikleri?
UNUTULMAZLAR "Max Fritsch'in 'Andora'sı, Brecht'in 'Mutlu Son'u, Edward Albee'nin 'Kim Korkar Hain Kurttan?'ı... Bizden Orhan Asena'nın "Hürrem Sultan", Nazım'ın "Kuvayı Milliye", Nahit Sırrı Örik'in "Düşüş" (Abdülhamit Düşerken) oyunları... En çok bunlar." Sonra şöyle ekliyor: "Ben çokluk kötü oyunların baş oyuncusuydum!... Yani bunu derken haksızlık etmek istemiyorum. Ama kimi zaman özgün ya da çeviri oyunlar, tiyatro tekniğine uygun olmayabiliyor, ya da olay örgüsü ve karakter tahlili açısından sahneye çok yatkın olmayabiliyor. Kast ettiğim bu." Ve bir anısını anlatıyor. Yıllar önce "Kim Korkar Hain Kurttan?" ı Cüneyt Gökçer'in rejisi ve Ayten Gökçer'le birlikte hazırlarken, yazarın bir yerde "5 saniye susulacak" notunu görüyor ve Cüneyt beye "Artık bunu da bize bıraksaydıA diyor. Cüneyt bey ses etmiyor. Ama sonra o sahnede, Tekindor gerçekten de karakterin en azından 5 saniye susmadan konuşmaya başlamaması gereğini öyle bir hissediyor ki, yazara hak veriyor. "Hürrem Sultan"da çok genç bir yaşta Kanuni'yi oynamasını da kolay unutmuyor. 1970'lerde, tiyatroya yeni başladığı yıllarda, TRT'den "Görevimiz Tehlike"yi seslendirmesi için öneri alıyor. Parası da çok iyi. Ama nasıl bir dizi olduğunu anlayınca, hayır diyor. Israr ediyorlar, kararı değişmiyor. Yıllar sonra Ecevit iktidara geldiğinde Milliyet'e verdiği bir röportajda şöyle diyor: "TRT'nin 'Görevimiz Tehlike' gibi bizim demokrasi anlayışımızla bağdaşmayan diziler yayınlamasına engel olacağız." Tekindor, o zaman kararının ne kadar isabetli olduğunu anlıyor. Doktor Kimble'ı konuştuğu "Kaçak" dizisi ona büyük ün kazandırıyor. Ardından "McMillan ve Karısı" gibi başka diziler geliyor. Ve sinemada da birçok ünlü jönü konuşuyor. Sonra ne oluyor? Bunu kendisinden dinleyelim: "Sonra bir gün, itibarlı Cumhuriyet gazetesinde bir Atilla Dorsay çıktı ve şöyle yazdı: "Hangi diziyi veya filmi izlesek aynı ses: Çetin Tekindor'un sesi. Çetin bey bu dizilerden aldığı parayla artık tatile çıksa da, biz de rahat etsek." Ben şaşkına dönüyor, "Sahi öyle mi demişim?" diye bir şeyler geveliyorum. Tekindor şöyle diyor: "Hiç üzülmeyin, o yazınız bana yapılmış en büyük iyiliklerden biridir. Çünkü doğruydu, baştaki seçiciliğimi kaybetmiştim, insani seçimler sanatsal seçimlerin yerini almıştı. Ben bile kendi sesimi dinlemekten usanmıştım. O tarihten itibaren seslendirmeyi azalttım ve oyunculuğa ağırlık verdim." 1983 yılında TRT'nin unutulmaz dizilerinden "Küçük Ağa" geliyor. Tarık Buğra'nın romanından uyarlanan dizi hepimizi, herkesi ekran başına topluyor ve Tekindor birden şöhret oluyor. Bu rolü kabul etmesinde rahmetli TRT yönetmen-yapımcısı Okan Uysaler etkili olmuş. Şöyle diyor: "İlk kez kamera karşısına geçiyordum. Öyle acemiydim ki... Dizinin kimi yerlerinde bu belli oluyor zaten... Ama yönetmen Yücel Çakmaklı bana 'kameraya yabancılığın, rolü daha iyi canlandırmana yardım etti' demesin mi?" Tekindor, büyük bir tevazuyla, yaptığı işlerde kendisini hala acemi hissettiğini söylüyor.
TİYATRO MU SİNEMA MI O çok tartışılan soruyu ben de soruyorum: tiyatro ve sinema oyunculuğu arasında gerçekten büyük fark var mı? "Ölçek farkı var sanıyorum. 1000 kişilik bir salona oynarken oyunu biraz büyütmek, hatta abartmak gerekiyor. Çok yakına sokulan kamera içinse, tersine bir ölçek küçültmek. Seyirci kamera sayesinde gözünüzün ışıltısını bile görebilir." "Küçük Ağa"dan sonra Gülşah Film'den öneri ve Hülya Koçyiğit'le birlikte "Yavrularım" filminin baş rolü. Nasıldı o zamanın Yeşilçam'ı? "O ilk deneyim hoştu. Hülya hanım çok zarif, yönetmen Bilge Olgaç'ı tanımak çok zevkliydi. Bana mutlaka İstanbul'da kalıp film yapmamı önermişti. Ama o zaman yapamadım, Ankara'ya döndüm. Ama aslında ben Yeşilçam'ı hiç iyi tanıyamadım. Hepi topu 5 film yaptım: nasıl tanıyayım ki?" Sonra Müjde Ar'la "Kaçamak" filmini çekmiş. Uzun bir aradan sonra, 2002'de rahmetli Ömer Kavur'un son filmi olarak kalan "Karşılaşma". Büyük başarı ve Ankara Festivali'nden bir ödül. Ömer Kavur'u da sevgiyle anıyor: "Bana 'sinemanın tekniğini kavradığında, oyunculuğu da halledersin' demişti." Arada ünlü diziler: "Yılan Hikayesi", "Üzgünüm Leyla", "Bir İstanbul Masalı", "Şeytan Ayrıntıda Gizlidir"...
|