|
|
Kandıramazsın beni!
Bir süredir İstanbul'la fazla haşır neşir olmuş bir İzmirli olarak en çok karşılaştığım soruyu ileteyim size? "Neden İstanbul'a gelmiyorsun?" Bu üç kelime, her tanıştığım İstanbullunun ağzından bir kez çıkıyor. İnsanoğlu böyledir işte... Artık ilk besin kaynağının çiğliğinden midir nedir, kendisi mutsuzsa, belki farkında olmadan, belki bilinçli, etrafındaki diğer insanları da ardından sürüklemek ister. Eğer evlenmiş ve aradığını bulamamışsa, etrafındaki bütün bekar arkadaşlarını baş göz etmek ister. Adeta kendi umutsuz durumuna bir "yancı" ara yani. Eğer çocuklarından çok bunalmışa, evli olup da hala çekirdek aileyi oluşturamamış dostlarına ısrarla çocuk yapmaları için telkinde bulunur. Ya da yalnızlıktan çok bunalmış ve yana yıkıla aradığı sevgiliyi, bir türlü bulamamışsa, bulmuş olan arkadaşının ilişkisini bozabilmek için türlü numaralar çeker. Ne dedik? Bazen bilinçli, bazen bilinçdışı... Bu böyledir ama... İşte tanıştığım her İstanbullunun, "Neden İstanbul'a gelmiyorsun" sorusunun altında da, "Neden sen de bizim gibi yanmıyorsun?" sorusu yatıyor bence. Aman birader almayayım ben... Topu topu 2.5 saat önce İzmir'deki evimdeydim. Altı üstü 250 kilometre yol yapıp, Yalıkavak'taki minik fakirhaneme geldim. Dışarıda dalga sesleri... Gün batımı beni her zaman, hiç yazmadığım şiire yönlendirecek kadar romantik ve cilveli bir tavır içerisinde.. Evin önündeki kumsalda yaşayan kazlar sanki daha mı gürbüzleşmiş ne? Sesleri de pek neşeli çıkıyor bugün... Belki bizi özlemişlerdir, kimbilir! Birazdan evden çıkıp 50 adımda, yerken insanın keyiften gözlerini kapattığı karideslerle buluşacağım. Hem huzurun hem insana, insanlığa dair her türlü keyfin iliklerde hissedildiği bir bölgede yaşıyorum. Hepinizin, hepimizin bazen çok yakınlaşıp kaçırdığı, bazen hiç ulaşamayacakmış gibi umutsuzluğa kapıldığı... Daha ne isterim ki? Belamı mı? İstemem. Ben artık büyüdüm.
|