|
|
|
|
|
|
Oğlum intihar etti, bizi diri diri mezara soktular
Gazeteci Zülfikar Doğan, Almanya'da intihar eden oğlu Özgün'ün ardından ilk kez konuştu.
Dokuz ay önce bir trenin önüne atlayarak intihar eden 23 yaşındaki Özgün Doğan ekonomi yazarı Zülfikar Doğan'ın hayatını altüst etti. Doğan oğlunun ölümünün ardından yazdığı yazı nedeniyle çok eleştirildi, işinden ayrılmak zorunda kaldı.
Oğlumun intiharına saygı duyuyorum
Gazeteci Zülfikar Doğan, Almanya'da trenin altına atlayarak intihar eden oğlu hakkında ilk kez konuştu. Oğlunun ölümünün ardından Akşam'dan ve NTV'den ayrılan Doğan, "Meslektaşlarım bu olayı ayağımı kaydırmak için kullandılar" diyor.
Bizi mutlu gördükleri anda imalı imalı "aaa çok iyi toparlamışsınız" diyorlar. İstiyorlar ki acı çekmeye devam edelim. İnsanlar başkalarının üzüntüsünden zevk alıyor. Bize de böyle yaptılar. Acımız bitmez. Ama hayat devam ediyor
Zülfikar ve Duransel Doğan çiftiyle bu röportajın yapılmasının beş nedeni var: 1. Gazeteci Zülfikar Doğan'ın oğlu Özgün, Almanya'da kendini trenin altına atarak intihar etti. 2. Bütün gazeteler mesleki bir dayanışmayla olayı kaza olarak duyurdular. Ancak Doğan, köşesinde "Benim oğlum intihar etti" başlığıyla bir yazı yayımladı. 3. Zülfikar Doğan, önce Akşam Gazetesi, sonra da NTV'deki görevinden ayrıldı. Herkes yaşadığı büyük acının ızdırabıyla köşesine çekildiğini düşünüyordu. 4. Ortalıkta ilginç söylentiler dolaşmaya başladı. İntihardan Doğan'ın ikinci eşi, Güneş Gazetesi yazarı Duransel Dogan'ı sorumlu tutuyordu birileri. En azından böyle dedikodular dolaşıyordu ortalıkta. 5. Zülfikar-Duransel Doğan çiftinin birlikte", evet yanlış okumadınız "birlikte" yazdıkları "Selvihan" adlı roman önümüzdeki hafta piyasaya çıkıyor. Olayın üstünden tam 9 ay geçti. Zülfikar Doğan bugüne kadar bu konuda hiç konuşmadı. Doğan çiftiyle Ankara'daki evlerinde buluştuk. "Oğulları" Özgün'ü ve çıkacak kitaplarını konuştuk. Röportajdan sonra, hissettiğim yoğun duygu şuydu: Sebebi her ne olursa olsun birinin ölümünden bir başkasını sorumlu tutmak kolay olmamalı. Ben soruları sorarken bile üzüldüm. Bu arada lütfen bu sayfadaki fotoğrafları görenler, "imalı imalı", "aaa ne kadar da iyi toparlamışlar kendilerini, gülümsüyorlar" demesinler. Çünkü onlar Özgün öldüğünden beri bu tavırla yeterince karşılaşmışlar. Evet gülümsüyorlar, çünkü hayat devam ediyor. - 12 Mart 2005... Nasıl bir sabaha uyanıyorsunuz o gün? - Zülfikar Doğan: Ankara dışındayız. Antalya'da bir konferans'ta. Ankara'ya dönüyoruz. . - Duransel Doğan: Eve geldiğimizde Zülfikar duşa giriyor. O sırada bana bir telefon geliyor. Bir hanımefendi "Özgün öldü, intihar etti. Babasına söylemeyin" diyor. - Ne yapıyorsunuz? - D.D: Ağzım felç oluyor sanki. Çocuk ölmüş. Trenin altına atmış kendini. Ama belli de değil tam. Bir saat öylece banyodan çıkmasını bekliyorum. Bir saat sonra da söylemek zorunda kalıyorum. Nasıl saklanır ki böyle bir şey! - Z.D: Ertesi gün bütün gazetelerde "Gazeteci Zülfikar Doğan'ın oğlu trafik kazasında öldü" haberleri çıkıyor. Mesleki bir dayanışmayla meslektaşlarım oğlumun intihar ettiğini yazmıyorlar. - Ama siz köşenizde bir yazı yayımlıyorsunuz: "Benim oğlum kazada ölmedi. Oğlum intihar etti. Trenin altına attı kendini" diye. Niye yapıyorsunuz böyle bir şeyi? - Z.D: Bence doğrusu buydu. Özgün bir eylem yaptı ve belki de ilk kez kendi hayatıyla ilgili bir karar verdi. Bize düşen bu karara saygılı olmak. Neden yaptı, şu muydu, bu muydu diye bir sorgulama gereği bile duymadım. O yazıyı da bilhassa yazdım. Çünkü öbür türlüsünün, gazetelerin o haberlerine sessiz kalmanın saygısızlık olacağını düşündüm. - Nasıl değişiyor o günden sonra hayatınız? - Z.D: Hemen Almanya'ya gidiyoruz cenazeyi almaya. Ama Alman polisi intihar mı, yoksa biri mi itti diye araştırdığı için hemen gelemiyoruz. Ama zaten her şey ortada. Tren makinisti, orada oyun oynayan çocuklar. "Cenazeden sonra ben bir süre oğlumun yaşadığı yerlerde yaşamak istiyorum. Bavulları toplayıp Almanya'ya gidiyoruz Duransel'le. 1,5 ay kalıyoruz. - Amacınız ne? - Z.D: Orada bir yaşantı kurmuştu kendine. O yaşamı görmek, bir süre orada onunla yaşamak istiyorum. Kaza, bir köyün tren istasyonunda oluyor. Bir arkadaşına gitmiş, oradan kaldığı yurda dönüyor. Cebinde tren biletlerini buluyorlar. Biz makinistle de görüşmek istedik. Alman hükümeti tarafından makiniste psikolojik destek veriliyormuş. Arkadaşlarını bulup konuştum, devamlı gittiği bara gittim, dolaştığı yerlerde dolaştım. Çok iyi geldi bütün bunlar bana. Sanki 1,5 ayımı onunla geçirdim. Bu arada psikolojik destek aldım uzun süre. Almanya'ya intihar nedenini anlamak için gitmedim. Bunun peşine düşmek yerine, onu özlediğimi düşünerek yaşamayı tercih ediyorum. - Bir babanın, oğlunun intiharına saygı duyması ne kadar zor bir şey? - D.D: Olgun ve erdemli bir davranış bence. Yaşarken de hep saygılıydı oğluna karşı. - İsyan etmek, kabullenmemek daha mı kolay olurdu? - Z.D: Pek çok aile bunu yapıyor. Ama biz bunu tercih etmedik. - D.D: Zülfikar'ın hayata dönmesi çok zordu. İnsanlar çok fazla algılamıyor, ama bir baba ölüyor ve tekrar diriliyor. Böyle düşünün bu süreci. Aslında ben çok konuşmak istemiyorum, toplum farklı algılıyor. Ne de olsa ben üvey anneyim.
İNTİHARI ÖVMÜYORUM
- İntiharı bize öğretildiği gibi bir ailenin utancı olarak algılamadınız. Kaza haberlerinin arkasına sığınmadınız. Peki bunu yapabilecek gücü nasıl buldunuz? - Z.D: İnsanlar genelde intiharı gizlemek isterler. Kabullenmezler. Şimdi kalkıp da bu kazaydı demek manasız. Bazı gerçekler 20-30 yıl sonra ortaya çıkar. Zaten hiçbir şeyi saklayamazsınız. Bedeli ne olursa olsun yazmalıydım. - Ne oldu o bedel? - Z.D: O yazıdan sonra büyük tepkiler aldım. İntiharı övmekle suçlandım. İnsanlar bize çok büyük acılar yaşattılar. Bizim onun bu kararına saygılı olmamız bile büyük tepki aldı. Tehditler, hakaretlerle karşılaştım. Gelen mail'lerin çoğu "Böyle bir baba olabilir mi" diyordu. Aynı mail'leri Akşam'ın Genel Yayın Yönetmeni Serdar Turgut'a da atmışlar: "Bu adamı kovun" gibi... - Yazmayı da onun için mi bıraktınız? Bütün bunlara karşı gücünüz kalmadığı için mi? - Hayır, ben Akşam'dan kovuldum. İnsanlar benim kalemimi elimden almak için bu olayı bahane olarak gördüler. Böyle bir ortamı bile ayağımı kaydırmak için fırsat bilen meslektaşlarım oldu. Herkes oğlum öldü diye kendimi bıraktım, isteğimle ayrıldım zannediyor. Hem kaleminiz elinizden alınmış, hem sesiniz kesilmiş... NTV'de yorumlar yapıyordum. Herkes teşekkür etti. Bu bir dayanışmaysa, benim yaşadığım hayatta çok karşılaşılacak bir şey değil. Herkes 10 kez oğlunu kaybetmez hayatında. - D.D: Bu Zülfikar'ın Özgün'den sonra geçirdiği ikinci travma oldu. O kadar güzel bir şekilde hayata dönmüştü ki. İşine sarılmıştı. Ölümle uğraş, arkasından bunlarla uğraş. Siz de insansınız. İnsanı dipdiri toprağa koymak istiyorlarsa, diriye de mezar var yani.
Elif KORAP
|
|
|
|
|
|
|
|
|