Kimliğin altıyla üstüyle ilgilenmem
Solmaz Kamuran son romanı "Çanakkale Rüzgarı''nda savaşların sıradan insanların hayatlarında nasıl izler bıraktığını, hiç istemedikleri halde onları bir uçtan bir uça nasıl sürüklediğini anlatıyor Kamuran Türkiye'de tam da etnik kimlikler tartışması yapılırken yazdığı roman için "Kimsenin katibi değilim, provokasyon da yapmıyorum. Sadece yaşanan haksızlığın unutulmamasını istedim" diyor.
Aralık ayının sonunda çiçek açan mimozasına bakılırsa söylediği doğru; "Çiçekler onu seviyor." Yazar ve çevirmen Solmaz Kamuran, "Çanakkale Rüzgarı" adlı son romanında okuru, Kurtuluş Savaşı'nın ardından hayata yeniden başlamak için birbirine sığınan sıradan insanların evlerine, kentin ekmek kokulu sokaklarına taşıyor. Aşk uğruna Çanakkale'den Selanik'e, Selanik'ten Auschwitz'e, Auschwitz'den Londra'ya, Londra'dan İstanbul'a sürüklenen Bedia'yla birlikte okuru da düşündürüyor... Bütün bunlar neden yaşandı?
- 20. yüzyılın başında Türkiye'de ve Avrupa'da çeşitli etnik sorunlar yaşanırken siz neden özellikle Yahudiler'in yaşadığı sorunları vurgulamayı tercih ettiniz? - O tarihlerde Çanakkale'de çok renkli, çok katmanlı bir nüfus var. Belgelere bakın 16 konsolosluk var. Yahudiler, levantenler... Orada doğan, büyüyen, ölen insanlar var. Romanımda kurgu kahramanlar var tabii ki ama ben daima içine gerçek kahramanlar da koymayı severim. Francis Bacon, Hettie Gretch, Godfrey Whittal... Çanakkale demek sadece savaş demek değil. Tabii o savaşlar çok önemli olduğu için her şeyi silip süpürmüş. Ve şimdi de Çanakkale çok yoksul bir hale gelmiş. Marmara Denizi'nin bu yakası ne kadar önemliyse orası da önemli... Ama burası 15 milyon kişi, orası 70 bin kişi. Kitapta en çok savaşta insanların nasıl sürüklendiğini vermek istedim. Sıradan insan deyip geçersin ama asıl onlar perişan olur. Onlar hiç karar vermez ki... Ben savaşı anlatmak istemedim, zaten savaş anlatıldı. Tabii kahramanlardan birinin Yahudi olması önemli... Ben aslında kimlikleri kurcalamayı seven bir yazarım.
- Bugünlerde de çok gündemde alt kimlik üst kimlik meseleleri... Siz kimliğinizi nasıl tanımlıyorsunuz? - Ben kimliğin altıyla üstüyle ilgilenmem. Ben insanın kendisi olmasını, kimlik olarak kabul ediyorum. Ben Solmaz Kamuran'ım.. Ama bazen insanlara öyle biçimlerde dayatılır ki kendin de vazgeçebilirsin... Belki aşk için vazgeçebilirsin. Bu ebedi bir vazgeçiş değil mecbur bırakılmaktır aslında...
80 SENEDİR OKUL YOK
- Kimlik tartışmalarını gündeme getirmenin kimseye faydası yok mu diyorsunuz? - İçinde yaşarken çok objektif olamıyor insan... Ne numaralar dönmüş, neler konuşulmuş... Orada dövüşen insanların bunlardan hiç haberi yok.. Türkiye provokasyona çok açık... Bu kadar etnik renkliliği bir arada barındırmanın tadı çıkmıyor, çıkartılamıyor... Bu memlekette 80 senede okul yoksa, hastane yoksa başından bu yana izlenen politikanın hiç hatası yok da oradaki insanların etnik kimliğinin mi kabahati var? O insanların 80 senede eğer karınları doysaydı, işleri olsaydı, güvenlik içinde yaşasalardı bunlar olur muydu?
- Romanda Müslüman Bedia ile Yahudi Hazmonay'ın aşklarından hareketle geçen yüzyılın siyasal ve toplumsal fotoğrafını görüyoruz. Okurun aklında bu fotoğraftan en çok hangi duygunun kalmasını istiyorsunuz? - Ben ders vermek üzere yazmıyorum. Ama belki farkında olmadan içimdeki özlemlerimi ortaya döküyorum. Barış içinde yaşamak, adil olabilmek, kendi kimliğine sahip çıkabilmek... Bazen Türkiye'de zor oluyor roman yazmak. Çünkü kitabı çok sevenler bile öyle bir soru soruyor ki 'Yahu ben galiba anlatamadım' diye kuşkuya düştüğüm de oluyor.
- Çoğu yazar ya anneannesinin mektuplarından ya teyzesinin günlüklerinden esinleniyor. Sizin ailenizden birileri var mı bu romanda? Örneğin Bedia olabilir mi? - Hayır, Bedia tamamen kurgusal bir karakter... Bu romanda da benim ailemden kimse yok. Ama Hettie, o tarihlerde Çanakkale'de yaşamış bir levanten ailenin kızı... Hakkında da fazlaca bir şey bilen yok, ama yaşam biçimi gerçek, keşke tanısaydım.
- Çaykovski'den Vivaldi'ye, konçertolardan sonata renkli bir müzik arşivi de mevcut romanda... Yazarken dinlediğiniz bir eser var mıydı? - Beni en çok etkileyen Çaykovski'nin keman konçertosudur. Dinlerken gözyaşlarına boğulurum.
- Kitapta 2. Dünya Savaşı yıllarında Auschwitz'de öldürülen Yahudiler üzerine tarihsel bilgiler de var. Bu bölümler kitabı birden tarih kitabı havasına da sokmuyor mu? - Bazı bilgileri haksızlık olmasın diye verdim. Yunan İç Savaşı'yla ilgili de bilgiler var. Belki okuru çok ilgilendirmeyebilir, ama ilgilendirsin diye yazdım. O rakamları insanların bilmesini istiyordum. Bazı şeyler dile getirilince sanki yıpranıyor ve 'Aman canım olduysa oldu' gibi geliyor. Hayır, bunlar hiç unutulmamalı, daima tekrarlanmalı... 6 ay içinde 600 bin kişinin öldüğünü, insanların saçlarının kilosu yarım marktan satıldığını bilmeleri gerekir... Sadece bir aşk hikayesi anlatmıyorum, bütünüyle anlatıyorum. O olaylar, o insanın aşkının çerçevesini çiziyor. Orada da gerçek insanlar var. Örneğin Auscwitz'deki Mala gerçek bir karakter...
KOMŞUNU DA SEV
- Yaşamış mı gerçekten? Mala Zimetbaum romanda en az yer verdiğiniz ama bence en etkileyici karakterlerden... Auschwitz'in o cehennemi ortamında bile çevresindekilere umut aşılamaya çalışıp 'Komşunu da kendin gibi sevmelisin. Eğer bu sevgi kaybolursa hepimiz kayboluruz' diyebilecek gücü buluyor. - 'Komşunu da kendin gibi sev..'. Tevrat'taki 10 emirden biri... Mala gerçekten Auscwitz'de o görevlerde bulunmuş, direnişçilere yardım etmiş... Auscwitz kayıtlarında var bunların hepsi... Araştırınca görüyorsun, o koşullara rağmen sinmemiş, kabullenmemiş... İnsanın özünde de o haysiyeti vardır. Birleşmiş Milletler beyannamesinde yazdığı gibi... İnsanın hakları vardır; o haklara layık olup o haklara sahip çıkmalıdır. Onlardan vazgeçtiğimde ben artık insan olmamaya başlarım... Mala'yı duyup da Mala'yı koymamak olmazdı. Ben bazen böyle bir gerçek karakteri koyarım romana, meraklı okur bunu bilir. Ben kendimi ferahlamış hissederim. Sanki bir borç ödemiş gibi olurum. Benim her romanda öyle hayranı olduğum biri vardır.
- Romanda Hitler'in doğum günü kutlamalarına Türkiye'den de bir ekibin gittiğini yazmışsınız, ama isimlerini yazmamışsınız... - Evet, Hitler'in doğumgününe, 20 nisan 1939'da Türkiye'den de bir ekip gönderiliyor. Yunus Nadi, Ali Fuat Cebesoy, Hüseyin Cahit Yalçın, Falih Rıfkı Atay, Pertev Demirhan, Necmettin Sadak, Orgeneral Asım Gündüz... Merak edenler Yapı Kredi Yayınları'nın ansiklopedisinde var, orada okuyabilirler. Ben bunu görünce şok geçirdim.
- Bu ekip hükümet tarafından görevlendirilmiş yanlış hatırlamıyorsam... Yunus Nadi gazeteci olarak tarihe tanıklık etmek için gitti diyebiliriz belki... - Onlar hayranlar Hitler'e... Gazeteci olarak değil, Türkiye'yi temsilen gidiyorlar. Türkiye'nin 2. Dünya Savaşı'nda çok tuhaf bir politikası var. Bir yandan İngiltere ve Fransa ile hareket etme anlaşmaları var, bir yandan Almanya ile var, Rusya ile var... Alman denizaltıları buralarda dolaşıyor, casuslar dolu... Tarihe biraz kendin yorum yapmadan, kronolojik olarak baksan 'Yahu nasıl oluyor bunlar' diyorsun... Türkiye'de romanlara girmeyen iki konuyu da dahil ettim: 1934'teki Trakya olayları ve 20 kura... 1934'ten itibaren ta Varlık Vergisi'ne kadar giden bir tırmanış var. Batı'daki, yani Almanya'daki o faşizmin tırmanışının paralelinde burada da var aynı şey... Aynı oranda demek istemiyorum, ama burada da bir sempati topluyor. Vitali Hakko'nun anılarına bakın... Sadece kravatı nasıl yaptığını anlatmıyor, bizzat yaşamış... Gelip sokaktan toplamışlar..
- Orhan Pamuk'un Ermeni ve Kürtler hakkındaki sözlerinin yarattığı gerginlik ortamında Yahudiler'in yaşadıklarıyla ilgili bir kitap yazarken tedirginlik duymadınız mı? - Yazarken hiç kimseye göre yazmadım, kimsenin katibi de değilim, propogandacısı da değilim. Kendi hayat görüşüm doğrultusunda yazdım, bir ideolojiyi dayatmış da değilim, hayatta olduğu gibi anlatıyorum. Zaten bir laf vardır; 'yol üstünde han kuranın mimarı çok olur' diye... Çok olur mimarlar ama bir tane mimar kurar. İnsanların hoşuna giden de olur, gitmeyen de... Aldırmıyorum Orhan Pamuk'un da çok üzüldüğünden eminim çünkü bunu hak etmiyor. Benim kitabım Ermeni teçhiriyle ilgili değil. Çanakkale'den giden Ermeniler'den söz ediliyor sadece.. Tarihçi de değilim. Ama internette "Free dictionary''nin İngilizce versiyonuna bakmak lazım.. Dehşet verici, korkunç görüntüler, yazılar var. Şimdi birilerinin çıkıp bana resmi olarak orada gördüklerimin yanlış olduğunu söylemelerini istiyorum. Eğer o sayfalardakiler yalansa, iftiraysa o zaman bunu bana kanıtlasınlar. Bunu söyleyene vatan haini deniyor? Kim vatan haini? Bir anda biri 'vatan haini' deyince bitiyor. Kardeşim ben Türkçeye aşık bir insanım, Türkçe yazıyorum, sen benim nasıl kendi dilime ihanet ettiğimi söyleyebilirsin? Sen mektup yazamıyorsun. Başkasına vatan haini demeden önce bizim yazdıklarımızı kopya etsinler... Bakalım kaç yıl sürecek?
İLİŞKİMİZİ EŞİT YAŞIYORUZ
- Çetin Altan'ın eşi olmak, onun kadar dominant bir insanla hayatı paylaşmak sizin yazarlık serüveninizi nasıl etkiledi? - Çetin Altan'la ilişkimizde bir dominantlık yok... Eşit şekilde yaşıyoruz, beraber yaşarken birbirimize meydan okuma şeklinde değil, dayanışma içinde beraberiz. O Çetinse ben de Solmaz'ım... Yıllardır onun yazıları ilk okuma mutluluğunu yaşıyorum. O da benim yazılarımı okuyor. Okuduktan sonra da olmamış bir şeyi sırf Solmaz'ı sevdiği için 'olmuş' demediğini biliyorum.
Figen YANIK
|