| |
Döviz-kur-borsa üçgeninde kaybolmak...
Salı günü, piyasa ekonomisine yönelik köklü bir adımın atıldığı 24 Ocak 1980 Kararları'nın 26. yıldönümüydü... Eskilerde 24 Ocak hararetli anmalara neden olurken, bu kez gözümün iliştiği kadarıyla hemen hemen hiçbir yerde söz konusu edilmedi. Bir tek TGRT haber canlı bağlantıyla televizyonda benden bir yorum istedi, gene aynı televizyonun yöneticisi Mehmet Soysal "Baş Başa" programını bu konuya ayırdı. Türkiye çok genç bir nüfusa sahip. 26 yıl önce iktisat tarihi açısından çok önemli ve keskin bir dönemecin dönülmüş olması, genç nüfus için hiçbir anlam taşımıyor. Halbuki piyasa ekonomisi açısından 24 Ocak 1980 bir milattır.
24 Ocak 1980'de alınan kararların özünü kısaca ifade etmek istersek, "fiyatların-kurların ve faizlerin piyasada belirlemesine olanak sağlamak" diyebiliriz. Bugünden geçmişe bakanlar, özellikle genç iseler fiyatların, faizlerin, kurların "piyasada" belirlenmediği sistemin nasıl bir sistem olduğunu merak edeceklerdir. Anılan tarihe kadar bütün bunların merkeziyetçi, bürokratik, içe kapalı bir zihniyet tarafından belirlenmesini anlamayacaklardır. Doların fiyatının da faizlerin de Ankara bürokrasisi tarafından belirlendiği çok uzun bir süreç, 24 Ocak ile kırılmaya başlandı.
24 Ocak Kararları'nı sadece iktisat politikası olarak yorumlamak haksızlık olur. Bu, bürokrasinin ve devletçiliğin hakimiyetinin yerini piyasaya bıraktığı bir başlangıç oldu... İktisat politikası açısından ise, ihtiyaç duyduğumuz ithal mallarını, gümrük duvarlarını yükselterek, maliyetine ve kalitesine de fazla aldırmadan içeride üretme dönemi, kısacası "ithal ikameci" anlayış bitti. Dışarıya mal satarak döviz kazanma dönemine geçildi. Dışarıya mal satma, sanayileşme hızını artırmayı, üretimi çoğaltmayı, rekabet gücünü yükseltmeyi gerektiriyordu. Dışarıya mal satarak ülkeye döviz kazandırma anlayışı, "ihracata dayalı büyüme" uygulamasını devreye soktu.
Fiyatların, döviz kurunun, faizlerin liberalleştirilmesi, piyasa tarafından belirlenmesi ekonomiye o güne kadar rastlamadığımız bir ivme kazandırdı. Yıllardır negatif faiz ile parasını kaptıranlar pozitif faiz anlayışı karşısında dirildi. Döviz, piyasa fiyatını bularak karaborsaya son verdi. Fiyatlar kaynak kullanımında etkin ve sağlıklı bir sinyal niteliğine kavuştu.
Türkiye, yavaş yavaş ekonomi gerçeğini algılamaya, piyasa sinyallerine kulak vermeye, gelen mesajları yorumlamaya başladı. Fiyatlar, faizler, kurlar günlük hayatın bir parçası haline geldi. 24 Ocak 1980 aynı zamanda çok köklü sosyolojik bir dönüşümün de start noktası oldu. Çok kanallı televizyonlara geçiş... Konvertibilite... 1989 sonrası teknolojik yenilenme... Güneydoğu'daki sarsıntılı dönem... Bu dönemin Doğu'daki feodal ilişkileri çözmesi... Cumhuriyet tarihinin en büyük iç göçü... Türkiye'nin Gümrük Birliği'yle beraber rekabet üretir hale gelmesi... Derviş yasaları... IMF'nin standby anlaşması... AB'nin uyum yasaları... Kısacası 26 yıldır muazzam bir alt üst oluş yaşıyoruz. Ne var ki, sosyoloji bizim topraklarda sakıncalıdır. Bizler kendimizi tanımaktan ve açıklamaktan ürkeriz. O nedenle de sosyologların başı buralarda hep derde girmiştir. Rahmetli Behice Boran çocuğunu hapishanede doğurmuş, İsmail Beşikçi "Doğu'nun Düzeni"ni yazdığı için hapislerde çürümüştür. Belki de bu nedenle biz bu yirmi beş yılın toplumda neleri değiştirdiğini açıkça ortaya koyacak kapsamlı bir sosyolojik araştırmaya sahip değiliz henüz. Bu yüzden de, değerlendirmelerde hep eski ölçüleri kullanıyoruz.
Halbuki satır başlarını saydığımız nedenlerden ötürü ekonominin paradigması da değişti. Olup biteni, Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti'nin deyimiyle, sadece "döviz-kur-borsa" üçgeninde okuyarak anlamaya çalışmak çok da geçerli değil. Önümüzde, hayatımızı belirleyen yeni bir çerçeve var. O ne mi? Pazartesiye konuşalım.
|