Esas mananın peşinde
Uğur Mumcu ile Gaffar Okan'ın öldürülüşlerinin yıldönümünde, "mahkûm"u, yani bir bakıma "faili" belli bu cinayetleri neden hâlâ "karanlıkta" sayıyoruz? Bir şeyler eksikmiş gibi geliyor galiba. "Cinayetin manası" mesela. Yüzeysel ve kolay mana dışında, esastan, derin bir izahın, sebebin, fail değilse dahi, yönetmen imzasının eksikliği hissediliyor. Bu duygu bize nereden yapıştı? Bu kuşku bize neden bu kadar yakıştı? Sadece komplo merakımızdan mı yoksa hakikaten komplolara çok açık yapımızdan mı?
Bir ülke "terörden inlerken" dahi, bir olayı ele alan savcılık, "O astsubaylar ile itirafçının oraya zarar vermek veya öldürmek için gittikleri ve itirafçının iki el bombası attığı anlaşılmıştır" diye bir iddiada bulunuyorsa... O olaya kadar oralarda çok sayıda bomba patlamış, patlatılmışsa... Demokrasi olduğu iddiasındaki o ülkede yer yerinden oynamalı. Şunca kar altında dahi. Çünkü bu, konumları ve rütbeleri uyarınca nasıl bir hiyerarşi altında bulundukları bilinen iki asker ile zaten sadece "tetikçi" olarak saf değiştirmiş bulunan itirafçıyı epey aşan bir eylem kuşkusuyla yüklüdür. Bir "görev" ise, "görevlendirme" nedir? "Emir-komuta" ne durumdadır? Hukuk elbette açtığı yolda yürür; yürüyebilmeli. Ama hukukun ufku, tabii ki herkesin ona karışmasıyla, müdahale etmesiyle değil, ama çok sayıda bilgi, kanıt ve değerlendirmenin de tedavülde bulunabilmesiyle açılır. Bu tür olaylar "münferit dava" değildir çünkü. Adi ve ferdi suçtan ibaret sayılamaz. Bu ülkenin, insanlarının kaderi, huzuru, kardeşliği, güvenliği doğrudan bu tür olayların değerlendirilme biçimine de bağlıdır. Suç sadece "lokal, bireysel, arızi" olarak telakki edilmez... "Terörle mücadele" nin kimi yöntemlerinin, terörü önlemek, kökünü kurutmak bir yana, bizzat "terör" uygulayarak terörü kışkırtıp kışkırtmadığı, halk ile devlet arasına güvensizlik dinamitleri yerleştirip yerleştirmediği ve sözde "milli menfaatler"e hizmet ederken onları bizzat tahrip edip etmediği de sorgulanır. Bu, "yargıya müdahale" değil... Ülkenin çok fazla ihtiyaç duyduğu "köküne kadar siyasi" bir tartışmadır; ulusal meseledir, demokratik sorundur, insani problemdir! Artık hangisinin anlamı sizin için daha açık, daha öncelikli, daha kıymetliyse.
Bu dersleri, onca demokrasi ve insan hakları rütbelerine rağmen, ABD yönetimi ile bir kısım Avrupa hükümetinden alacak değiliz; hele şu sıralarda. Avrupa Konseyi raporuyla, ABD'nin kendi ülkelerinden insan kaçırıp işkence yaptığı ve buna göz yumduğu da belirlenen, "şüpheli Müslüman teröristler"e her şeyi mubah gören Avrupalı ikiyüzlülükten de, "Bush ABD'si"nin kirli ellerinden de alacak değiliz. Ama, tüm ikiyüzlülere rağmen, oradaki "demokratik gelenek" ile "kurumlaşmış vicdan"ın, devlet, millet, mecburiyet filan demeden... Bazen parlamento, bazen medya, bazen alternatif gazetecilik, bazen sivil toplum, bazen hukuk sıfatıyla, olan biteni didiklemesinden, eleştirinin en hasından kaçınmamasından ders alabiliriz. Çünkü, esas toplumsal çimento "adalet duygusu" ile vicdanın kurumlaşmasıdır! Not: Aydın Güven Gürkan isimlerinin yakıştığı insanlardan biriydi; aydındı ama daha önemlisi onun aydınlığına güvenebilirdiniz. Bazen, birisinin ölümüne üzülmek yerine, şu dünyada varolmuş olmasına, onun varlığına tanık olmamıza sevinebiliriz de. Bazen. Çok üzülürken bile.
|