|
|
|
|
|
Bulgar şarapları patladı
|
|
AB'ye girme heyecanı Bulgaristan'ın şaraplarını da canlandırdı... Fransız, Amerikan ve İtalyan şarap üreticilerinin Bulgar meslektaşlarıyla yaptıkları teknik ve sermaye işbirliği kendini göstermeye başladı. Raflar yeni etiketlerle dolu.
Bulgaristan'ın başkenti Sofya'da otelin lobisinde oturuyorum. Gözüm yandaki bar tezgahının arkasındaki içki şişelerine takıldı. Sıradan teker teker incelemeye başladım. Her biri eşsiz İskoç malt viskileri. Bugüne dek hiç görmediklerim çoğunlukta. Dayanamadım, kalkıp bara yaklaştım. Bir içki koleksiyoncusunu kıskançlıktan çatlatacak zenginlikte bir manzara. Sanki viski müzesi. Bir şehir otelinin lobisinde beklenmeyecek manzara.
TEZGAH ALTI DOLU Aralıksız son dört yıldır bazı rastlantılar yolumu komşu Bulgaristan'a düşürdü. Avrupa Birliği kapısındaki iki ülkeden biri olan Türkiye'den kalkıp, kapıya bizden daha yakın Bulgaristan'a geçtiğimde, her seferinde yeme içme konularında bu küçük komşumuzun sergilediği gelişimi gözleme olanağını buldum. Bu otel de gelişim rüzgarı ile ortaya çıkan küçük fakat modern bir tesis; Downtown Hotel. Otelin yöneticisi ile tanıştım. Barda niçin malt viskiden başka içki görülmediğini sordum, "ötekiler tezgahın altında da ondan" yanıtını aldım. Bana her birini içki ithalatçıları aracılığıyla getirttiği malt viski çeşitlerinin 200'ü bulduğunu söyledi. Bir o kadar da diğer harman viskiler ve diğer içkiler barın görünmeyen raflarındaydı. Sınırın öte yanındaki ülkemizde değil malt viski çeşidi, tüm sert içki çeşitlerini alt alta yazmaya kalksak 200 sayısına ulaşamayız sanıyorum. Bulgaristan'a ilk kez 1964 yılında karayolundan girmiştim. Soğuk Savaş dönemiydi, Bulgaristan bize göre çok yoksuldu. Ancak konuştuğum bazı kişiler daha o zaman Bulgaristan'da giderek gelişen bir şarapçılık sektöründen söz etmişlerdi. Sonra aradan yıllar geçti. Komünist rejim yıkıldı. Diğer Doğu Bloğu ülkeleri gibi Bulgaristan'ın da geçiş döneminde ciddi sancılar çektiğini duyuyordum. Derken AB'nin Bulgaristan'ı aralarına almaya hazırlandığını öğrendik. Ciddi bir değişim yaşayan Bulgaristan'a uzun bir aradan sonra tekrar 2001 yılında gittim. Sofya'da şehir turu yaparken rehberin, "İşte bizim yeni açılan ilk McDonald's restoranımız; burası da bizim en büyük alışveriş mağazamız" diye yeni tanıştıkları kapitalist sistemin simgelerini tarihi zenginliklerin yanı sıra övünçle anlatmasını tebessümle dinledim. O gidişimde bir dostum beni kentin çok şık bir restoranına davet etti. Burada sülün yiyeceğimizi müjdeledi. Doğrusunu isterseniz, bugüne dek o nadide av kuşunu sadece bir kez yeme fırsatım olmuştu. Büyük heyecanla sofraya oturdum. Önüme bizim bildiğimiz kadınbudu köftenin biraz daha tıkızı bir yemek geldi. Meğer sülün etini didikleyip pirinç ve unla bağlayarak bir köfte haline getirmişler sonra da yağda kızartmışlar. Hayal kırıklığımı size anlatamam. Sülünü ikinci kez katletmişlerdi. Birçok Doğu Bloku ülkesi gibi Bulgaristan'da da ince zevkler, bu arada zengin mutfak kültürü uzun komünist sistem içinde büyük ölçüde yok edilmişti. Ancak son gidişimde yeni açılmış, rafine yemeklerin sunulduğu şık restoranlara götürüldüm. Servis personeli de bu kalitede restoranlara yakışır düzeydeydi. Şimdi Bulgaristan gastronomide büyük açığını neredeyse kapamış görünüyor. Her şeyin çok mütevazı durumda olduğu dönemlerde bile Bulgarların şarapları son derece etkileyiciydi. Bizim paramızla 3-5 YTL'ye alınan şaraplar, sınırın bizim tarafımızda hemen birkaç yüz kilometre ötede üretilenlere göre çok daha başarılıydı. Her şeyden önce ekşi, hamken koparılmış üzümlerden yapılan şaraplarla karşılaşmıyordunuz. Kaba tanenli şaraplara da bu kadar ucuz olmalarına rağmen çok ender rastlanıyordu. Öte yanda şarapların şişeleri, mantarları, etiketleri bu fiyatlardaki şaraplarda görmeye alışmadığım kalitedeydi. Kısacası, bir ucuz şarap ülkesiydi Bulgaristan. Evet, gerçi 2001 yılında bizim en kaliteli şaraplarımızın düzeyinde olanlarla karşılaşmadım. Hepsi daha vasat şaraplardı ama fiyatlarını kat kat hak eden düzgünlükteydiler. Sofya'dan dönüşte, havaalanına giderken, biraz kaşkaval peyniri ile bir, iki şişe şarap almak üzere dostlarım beni her yıl aynı markete götürüyorlar. Geçen yıla kadar içki reyonu, mağazanın bir köşesinde, içeriye doğru açılan küçük bir oda ve dışarıya taşmış küçük bir raftan ibaretti. Geçtiğimiz hafta son kez gittiğimde, içki raflarının, marketin yan duvarı boyunca, giriş kapısına kadar uzatıldığını gördüm. Eskiden sadece ucuz Bulgar şarapları ağırlıktayken, bütün dünya içkileri, hatta pek çok Avrupa ülkesinde bile kolay bulunmayan, sınırlı sayıda üretilen özel Kentucky whiskey'leri bile raflarda yerini almıştı.
BİLGİ VE SERMAYE ATAĞI Bu yıl Bulgar şarapçılığında bir patlama gözledim. Avrupa Birliği'ne girişi yaklaştıkça, ünlü Fransız, Amerikan, İtalyan şarap üreticileri Bulgar meslektaşlarıyla işbirliği yapıp teknik bilgi ve sermaye getirmişlerdi. Bunların sonuçları bu yıl etkileyici biçimde ortaya çıkmıştı. Raflarda yeni yeni etiketler görülüyordu. Bizim paramızla 3-5 YTL'lik şaraplar yine vardı. Ama bu kez 25-35 liralık şaraplara da hatta ender de olsa 70 lira civarında şaraplara da rastlanıyordu. 30 YTL civarında birkaç şarap tatma fırsatım oldu. Gerçekten mükemmeldiler. Yılbaşı yaklaştığı halde bile içki reyonlarımızın çeşit ve kalite açısından ne denli hazin durumda olduğunu, yıllardır şarap sektörümüzün ancak bir arpa boyu yol kat ettiğini ve yerel yönetimlerin Anadolu'yu içkiden arındırma çabalarını hatırladım. Bulgaristan da biz de AB kapısındayız. Bulgarların satın alma gücü bizden daha mı fazla? Hayır. Rafları dolduran bütün bu içkiler kısa sürede tüketiliyor mu? O da değil. Ama rahmetli Turgut Özal'ın bütün tüketim maddeleri için yaptığını uyguluyor Bulgarlar. Önce insanların gözü doyuyor. Devlet bu sektöre köstek değil destek oluyor. Üretici ve ithalatçılar da yaptıkları yatırımı kısa sürede dört katı geri almak gibi bir çaba içinde değiller. Bu sırada içki sektörü gelişiyor, kalitesi artıyor. Bulgar şaraplarının ihracattaki yeri dökme şarap kategorisindeyken kalite şarap düzeyine çıkıyor. Şarapçılık sektöründe üye ülkelerin rolleri çocuk masalındaki gibi, "bu bana, bu ona" diye paylaştırılmış, ortak pazar çoktan doymuş olacağı için, Bulgarlardan sonra AB'ye girecek Türkiye'ye de "hani bana, hani bana" diye çırpınmak, korkarım, "nah sana, nah sana" yanıtıyla karşılaşmak kalıyor.
|
|
|
|
|
|
|
|
|