TSK ve Avrupa
Sabık cumhurbaşkan-larından Süleyman Demirel'in hafızalara kazınmış mesellerinden biri mealen, "Neyin olacağını anlayabilmek için neyin olmayacağını görmek gerekir" sözüdür. Demirel'in siyasete yaklaşımını iyi özetleyen bu söz, gerikalmış toplumların geri kalmışlığının sebeplerinden sayılacak bir yaklaşımı yansıtır. Aklın ve bilginin ışığında öngörülebilecek sonuçlara, ancak deneme-yanılma metoduyla varılınca maliyet çok yükselir. Daha önceleri çözümü sağlayacak yöntem ve araçlar da artık geçersizleşebilir. Türkiye'nin kendi sorunlarına eğiliş tarzında da yeni yöntemler ve yaklaşımlar denemek pek makbul sayılmaz. Yeni yaklaşım önerenlere genelde kuşkuyla bakıldığından, şu sıralarda kuş gribinin yüzümüze sertçe çarptığı azgelişmişliğimizin aşılması zorlaşır, işler uzar. Hiç kuşkusuz sorunların çözümünde bazı yaklaşımların göz ardı veya reddedilmesinde iktidar yapısının payı vardır. Hiç bir muktedir, elindeki iktidarı gönüllü olarak bırakmaz. Bu nedenle değişime direnişin gerekçesi gibi gösterilen, genelde milliyetçi söylemle dile gelen gerekçelerin çoğu aslında yerleşik imtiyazların savunulması amacına hizmet eder. İttihat ve Terakki döneminden beri Türk siyasetinde Silahlı Kuvvetler'in iktidar alanı sivil siyasetinkinden daha geniş olagelmiştir. Çok partili rejimin bu alanı daraltmasına önce alt rütbelilerin 1960 darbesiyle karşılık verilmişti. Ardından emirkomuta zincirinin önceliği korunarak siyasi alan Silahlı Kuvvetler vesayeti altına tedricen sokuldu. 1980 darbesi tüm acımasızlığı ve gaddarlığıyla bu süreci uç noktaya taşıdı.
TSK, alternatifler ve AB Toplumu kışla sanan bir zihniyetin kurduğu yapı, yazdığı anayasa ülkeyi cendereye aldı. Tartışmanın önü kapandı, ülkenin yeni gerçeklerine uygun düzenlemelere gidilmesi engellendi. Bu mantıksızlık 28 Şubat müdahalesinin bizzat Silahlı Kuvvetler'in prestijine hasar vermesi ve AB'nin Helsinki zirvesinde Türkiye'nin adaylığının kabulüyle nihayet zayıfladı. Yakın tarihin en belirleyici yılı 1999'dan bu yana Türkiye kendini dönüştürme yolunda dev sayılacak adımlar attı. Daha katedecek çok mesafesi var. Bu dönüşümün gerçekleşmesinde siyasi iktidarların gayretleri kadar TSK'nın AB hedefinin önünü kesmeme gereğini kabullenmesi de önemliydi. TSK içinde bu hedefin dayattığı değişimden hoşlanmayanların muhalefeti ise son altı yılda etkisizleşti. Türkiye'nin ulusal güvenlik devletinden, demokratik ve teknik devlete geçme zorunluluğu belli ki ordu hiyerarşisi tarafından da genelde kabullenilmişti. Ancak bu sürecin içerdiği risklerin yarattığı tedirginlik de varlığını sürdürüyor. ABD'nin ve dünyanın en etkili dışpolitika dergisi Foreign Affairs' in Ocak-Şubat sayısında Dr. Ersel Aydınlı, emekli Binbaşı Nihat Ali Özcan ve Binbaşı Doğan Akyaz'ın " Türk Ordusunun Avrupa Yürüyüşü " başlıklı yazıları çıktı. Yazarlar TSK'nın Avrupa projesine bakışındaki değişimi analiz ediyor. Bu şekilde TSK'yı çevresindeki koşullardan etkilenmeyen bir kurum olarak gören yaklaşımı topa tutuyorlar. Tersine, okura kurumsal aklını toplumsal değişimi, kendi gücünün sınırlarını ve dünyanın şartlarını doğru değerlendirmek amacıyla kullanan bir örgüt sunuyorlar. Yazarlara göre TSK açısından AB üyeliği "yalnızca Türk modernleşmesini taçlandıracak bir başarı olmayacak, o hedefe yönelik süreç ülkenin önündeki çeşitli meselelerin halli için bir imkân da sağlayacaktı. Bu, eldeki büyük stratejilerden biri değil, çok kısa bir sorunlu alternatifler listesi içinden en iyi tercihti ". Bu noktaya gelinmesi ise 1990'ların deneyimlerinin bir sonucuydu.
|