|
Saray Sineması'nın akıbeti ne olacak?
|
|
20 yıldır tahta perdelerle çevriliydi. Yeniden yapılacak diye umutlanmıştık ama birtakım entrikalara kurban gitti. Beyoğlu'ndaki tarihi Saray Sineması artık yok.
Ünlü Saray Sineması tam anlamıyla tarih oldu
20 yıldır tahta çitler arkasına hapsedilmişti. Beyoğlu'ndaki Saray Sineması sessiz sedasız yıkıldı ama İstanbul'un ve sinemanın tarihi bu enkazın altında kaldı.
Saray, sinemanın bütün tarihine tanık oldu. Armstrong'u orada dinledik. Ona bu eziyeti reva görenler mahşer günü elimiz yakanızda!
İstiklal Caddesi'nin ortasındaki tarihi Saray Sineması, etrafını çeviren tahta perdelerin arkasında, kimselere haber vermeden, kimsenin fikri sorulmadan, sessiz-sedasız yıkılıp gitti. Geçmiş olsun!... Elbette şöyle düşünmek mümkün: Kim takar Saray Sineması'nı? Zaten 20 yılı aşkın süredir kapalı değil miydi? Onsuz pekala yaşıyordunuz, şimdi de yaşayın!... Onca yeni, cicili-bicili salon, adları nedense hep 'gavurca' olan onca 'multi-plex' dururken, köhnemiş, herhalde yıkılma aşamasına gelmiş Saray Sineması'nı kim takar?
UMUDUMUZ BİTTİ Ama işte böyle düşünenler, aslında kentçilikten de, tarih ve kültür denen kara sevdadan da haberi olmayanlardır. Kentler biraz da böyle köhnemiş, yıpranmış, kendi haline terkedilmiş yapılardan oluşur, kente onlar değer katar. Kapalı olsalar da en azından günün birinde onarılıp yeniden yaşama katılacakları umudu hep vardır, orda biryerlerde gizli durur. Nitekim bu kentte bile nice yıkık kilise, yanmış ahşap ev, iki duvarı kalmış saray veya çoktan tarihin küllerine karışmış yalı yeniden yapılıp hayata dönmedi mi? Ya da örneğin yine çok uzun zaman kapalı kalmış Yeni Melek yeniden açılmadı mı? Saray için bu umudu hep diri tuttuk. Ama olmadı. Kentin en eski salonlarından biriydi: Sanırım 1920'lerde açılmış olan... İlk adı Cine-Luxembourg'du, (o zamanlar da yabancı isimler modaymış!) sonra Gloria olmuş. Neden sonra da Saray... Sessiz film dönemini, 30-40'lı yılları elbette bilmiyorum. Ama benim Beyoğlu'na dadandığım 50'li yıllarda, bu salonda sayısız etkinlik olurdu. Öncelikle sinema: İngiliz ve Fransız filmleriyle, burası azınlıkların ve de aydın kesimin Avrupa kültürü merakına hizmet ederdi. İki balkonuyla sanki göğe doğru kat kat yükselen bu görkemli salonda, ayni zamanda konserler olurdu: Ortalıkta ne AKM, ne de CRR'nin gözüktüğü yıllarda, Saray Sineması'nda, 1970'lere dek süren Münir Nurettin veya Safiye Ayla konserleri yer alırdı. Ayni zamanda kenti ziyaret eden çeşitli müzik, tiyatro ve dans sanatçıları da burda sahne alırlardı: Ben Dave Brubeck'ten Charles Trenet'ye, Louis Armstrong'dan Dizzy Gillespie'ye kimleri dinlemedim ki burada... Daha eskiler, bu salonu Josephine Baker, Maurice Chevalier gibi popüler isimlerle, Alfred Cortot, Samson François, Jean Kiepura gibi klasikçilerle, 'tangolar kıralı' Eduardo Bianco ya da kadrosunda Jean Marais veya Marie Bell de bulunan Comedie Française temsilleriyle özdeş olarak da hatırlıyor. Ayrıca ben de ünlü Ram Gopal Hint dans gurubundan Jean Babilee balesine birçok sanat olayına burda tanıklık ettiğimi hatırlıyorum. Ve Saray, en azından bir mevsim boyunca Türk Sinematek'nine de hizmet verdi. 1960'larda yeni kurulan Sinematek, Beyoğlu Mis Sokak, Şişli Kervan Sineması ve daha sonra Sıraselviler'deki uzun soluklu binasına geçmeden önce, hafta bir-iki gün akşam 18.30 seanslarında olmak üzere, burda klasik filmler sunmaya başladı.
KAYIP SALONLAR Sonra kara günler geldi. Özellikle 6-7 Eylül 1955 olaylarında sonra azınlıkların terkettiği Beyoğlu'nun giderek gözden düşmeye başlamasıyla... Ama Saray dayandı, direndi. 1970'lerde Türk filmleri gösterdi. 1980'lerde İrfan Ünal'ın Saray Film'iyle bir bahar daha yaşadı: "Birzamanlar Amerika'da", "Postacı Kapıyı İki Kere Çalar", "İlk Kan" gibi filmlerle... Ama sonra, karanlık ve karmaşık birtakım mali entrikalar sonucu, iş adamı Erdoğan Demirören'in eline geçti. Erdoğan bey de benim için hiç bilinmeyen nedenlerle, bu salonu ve komşusu Lüks Sineması'nı kapattı. Ve salon bir daha asla açılamadı. En son 1986 yılında, bir fotoğrafçı arkadaşla birlikte içine girip resimler çekmiştik. Yıllar sonra, Beyoğlu'nun kayıp salonları konulu bir yazı için yine girmek istedim, ama izin verilmedi. Daha o zaman bile bu kültür yuvasını herhalde bir işhanı veya shopping-mall yapma niyetleri belli olmuştu. Ama inanmak istemedik, hep bir kurtarıcıyı bekledik. Ancak kimse gelmedi. Ve Paris'ten dönüp caddede volta atarken, etrafına dikilen tahta perdeleri görüp onarım başlıyor diye sevindiğim salonun yerle bir olduğunu görünce, kahroldum. Yazık!... Bunca ismin, bunca sanatçının ses ve sözlerinin yankılarını taşıyan o güzelim salon kadirbilmezliğin ve göçebe kültürün kurbanı oldu. Yapılacak birşey yok artık. Bir tek şey dışında: Bu olaya neden olanlar şunu bilsinler ki, benim ve o yılları yaşamış olan birçok kişinin elleri, mahşer günü yakalarında olacak!...
|