Kuyudaki fikir
Bazen "ana fikir" i açıklamalı. Aynen okullarda on binlerce çocuğun, belki çoğuyla sevgi dolu, merak dolu sağlıklı bir ilişki kuramadıkları onlarca "zoraki ders metni" nde onlarca yazarın ana fikrini aramaları gibi.
Öğretmenler hep "metnin ana fikri" ni sorar ya; o fikrin esas, yazanın "ana fikir" kaynağından boşalan bir alay fikrinden biri olması gibi. Doğru yapar, yanlış yapar; tamamdır, eksiktir; peşinde koşar, ıskalar... Ne ki, tüm samimiyetimle, bu "Dipsiz Kuyu" nun ana fikri, "Boyun eğdiren" e öfke, "Kolayca boyun eğen" e serzeniş, "Boynu eğdirilen" le dayanışma çabasıdır. Öfke, "susmak zorunda bırakılma" yadır. Bırakmak için uğraşanadır. Tahakküme karşı konuşurken bile, hükümler, mütehakkimler karşısında ayrım yapmaya karşıdır. Bir rejim, devlet sistemi, kurallar silsilesi, kriterler, normlar çerçevesinde tanımlanan "demokrasi" nin, bir de insanın yüreğinde, vicdanında ve aklında başlayıp büyüyebildiğine yahut esas orada un ufak edildiğine dair inançtır. Bu kültürün ancak öğrenilebildiğine, durmadan iç muhakemeler ve dış sınavlardan geçtiğine dair düşüncedir. Gündelik hayatın sıradan ilişkilerinden, çeşitli güç ve güçlüler karşısındaki söz, yazı ve harekete kadar, bireyselden küresele kadar bir "düşünsel, fiziksel eylemlilik" süreci olduğunun kabulüdür.
Ülkede, çoğunluğun, çoğunlukların da, bazen "mutlu azınlıklar" ın bile hak, hukuk, özgürlük, saygınlık, destek arayışları var... değil mi? Tarih böyle akıyor zaten. Haksızlığa uğrayan, bir de haksızlık yapan olduğunu düşünür. Her mazlumun bir zalimi, her mağdurun bir mağruru olmalı. Her ezilenin, her horlanıp aşağılanın, adalet arayanın, karşı çıktığı yahut çıkamadığı bir "otorite" olmalı. Kendiniz, çevreniz... ikili ilişkilerden aile ortamına, iş arama-bulabilme koşullarından bir işte tutunabilmenin çeşitli yollarına, "namusuyla, hakkaniyetle" çalışabilme, ticaret yapabilme zorluklarından yerel, merkezi otorite kararlarına ve uygulamalarına... Üniversite düzeni, iş dünyası, inanç dünyası, silahlı kuvvetler, devlet, bürokrasi, siyaset, sivil toplum gibi çeşitli örgütlenmelerin hiyerarşilerine kadar... Bazen dini, bazen etnik, bazen laik alanların tarumarına kadar... "Ast-üst", "dayatmakabullenme", "emirdemir", "aşağılamaaşağılanma", "buyurmaadam yerine konmama" türü ilişkilerden hiç muzdarip olmadınız mı; değil misiniz? Ve o yüzden, kimimiz, kiminiz sessiz; kimimiz, kiminiz öfkelenerek, "karşıdaki otorite" ile problemliyiz.
Lakin, şu da var: Herkes "demokrasi, adalet, hakkaniyet, hukuk, saygı görmek, insan yerine konmak" gibi arzularını, "öteki otorite" ye karşı haklı olarak azdırırken dahi, hemen tepesindeki, "kendinden, kendisi için" görünen bir başka otoriteye göz yumuyor, ona tapıyorsa... Başını dik tutma çabası çok eksik, çok güdük kalır. Hemen üstündeki otoriteyi sorgulamadan yapılan "yiğitlik" in sağlam bir demokrasi kültürü ve insanlık durumuyla ilgisi zayıf kalır. Kendi tependekini... Siyasi liderini, cemaat hocanı, kanaat önderini, komutanını, tabularını, patronaj düzenini, ağanı, örgüt şefini, amirini, müdürünü ve her daim küçük yahut büyük bir "otorite makamı" olarak kendini sorgulamaktan acizsen, kurulu düzen bunu engelliyor, sen kabulleniyorsan... "Senden olan" ın tahakkümünü hiç mesele etmiyorsan... "Ana fikir" hakikaten "dipsiz kuyu" dur!
|