| |
Fikir özgürlüğünün sınırını ne belirler?
Adaletli bir rekabet ortamı bulunacak... O rekabet ortamı içinde üreten, yarışan ve piyasada çıkarını en üst düzeye yükseltmeye uğraşan bireyler olacak... Rekabet yoksa... Piyasa yoksa... Piyasada yarışan birey yoksa liberalizm de, liberal demokrasi de olmaz...
Liberal demokrasinin devlet ve birey ilişkileri konusundaki temel felsefesi "bireyin devlete karşı ileri sürebileceği dokunulmazlık alanları ve muhalefet haklarının bulunduğu, azınlıkların da çoğunluk haline gelebilecekleri yani iktidarın el değiştirebileceği" inancına dayanır. En geniş anlatımıyla buna "insan hakları" diyebiliriz... Bunların tümü liberal demokrasinin "çoğulculuk" kavramıyla tanımlanır... Bu nedenle çağdaş Batı demokrasilerine "çoğulcu" veya "özgürlükçü" sıfatı eklenir...
Tabii başlangıçta daha vahşi bir yoruma sahip olan liberalizm, zaman içinde demokratlaşmıştır... İlk başlarda esas vurgusunu "eşitlik" anlayışının reddine yaparken, zamanla insanlara şans eşitliğini sağlayacak bir ortamı hedeflemiştir... "Altta kalanın canı çıksın" anlayışından "herkese eğitim" noktasına, oradan da "en zayıflara" piyasanın işleyişini bozmadan "sosyal yardım" anlayışına ulaşmıştır... İlk baştaki katı liberal anlayış, zamanla "liberal demokrat" olmuştur... Liberal demokrasi, rekabeti ve sosyalleşmeyi birlikte içerir...
Türkiye gibi devletçi, az üreten, rekabetten ürken, merkezi, bürokratik, uzun zaman "tek parti" otoritesi ve totaliterliğinden gelen bir ülke, AB sürecinde "liberalleşmeye" uğraşıyor... Şark diktatörlüklerinden liberal demokrasiye dönüşmek kolay mı? Her şeyin "devlet" ve onun egemen zümresi "bürokrasi" tarafından tanımlandığı bir gelenekte, bireyin özgürlük alanını genişletme girişimi biraz şaşkınlıkla karşılanmakta... "Herkes Türk'tür" diyen bir devlet varken birisi, "devlet vatandaşlığın hukuksal çerçevesini çizer, içeriğini ise birey istediği gibi doldurur" deyince ortalık karışıyor. Koyu milliyetçi ve devletçi bir zihniyetten, toplumun egemenliğine, onun yönetim biçimi olan liberal demokrasiye geçiş tabii ki travma yaratır...
Bizdeki şanssızlık, bu sürecin neredeyse tek sahibinin AB olması... Gönül isterdi ki AK Parti bu süreci yönetebilsin... Milliyetçi ve devletçi eski anlayışa, AB'nin öncülüğünde çağdaşlık yolunu açsın. Ama olmuyor, ne AK Parti, ne de diğerleri böyle bir niyete ve içeriğe sahip... Sahip olsaydı hala "fikir özgürlüğünü" tartışır mıydık?
Fikir özgürlüğünün sınırları, bundan tam 29 yıl önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Handyside kararı ile çizildi... Üstelik bu karar Anayasa'nın 90. maddesinin son fıkrası gereğince bizim hukukumuzun üzerinde sayılıyor... Handyside kararı, "bu değerlendirmeler, toplumun bir bölümünü rahatsız edici nitelikte olabilir. Ancak unutulmaması gerekir ki ifade özgürlüğü, çoğunluk gibi düşünmeme, kurulu düzeni sorgulama, hatta eleştirme hakkını da kapsar. Dahası, sarsıcı nitelik taşıyan, toplumun çoğunluğunu kızdıran ve tartışmaya yönelten fikirler de ifade özgürlüğünün koruması altındadır" diyor. Yargıtay 8. Ceza Dairesi de, fikir özgürlüğünün sınırlarını belirleyen bu tanımı içselleştirdi... Bunlar apaçık ortada iken, milliyetçi eksen üzerinden yazılan bağnaz yorumlara gülüp geçmeli, liberal demokrasiye alışma sürecinin kızamıkları olarak nitelemeli...
Her neyse "milliyetçilik", her şeye "devletçilik" gözlüğüyle bakmaya alıştırılmış yığınlar, şimdi piyasayı, rekabeti, bireyi, temel hak ve özgürlükleri tanıyor... Alışma sürecinde bu kadar sakatlık normaldir... Düzelir, düzelir...
|