| |
Bu oyunun senaristi kim?
Taksi şoförü İstanbul trafiğinin nasıl düzelebileceğine ait fikirlerini anlatıyor; "İlki" diyor, "İstanbul'un iki yakasını birbirinden ayırıp iki ayrı vilayet haline getireceksin. Orada oturan oradaki devlet dairesinde çalışacak. İkincisi, araba satın almayı çok güçleştirip talebi düşüreceksin..." Tam o sırada Şişli Adliyesi'ne yaklaşmış bulunuyorduk, peş peşe dizilmiş canlı yayın arabalarını görünce şaşırdı, "hayrola" diye mırıldandı, Orhan Pamuk'un davası olduğunu söyledim. Konu onu İstanbul trafiği kadar ilgilendirmedi.
Ben duruşmanın 11.00'e alındığından haberdar değildim, yerli ve yabancı gazetecilerle televizyoncular arasından sıyrılırken aslında aklımdaki soru farklıydı, Şişli Adliyesi'ne ait iki binadan hangisinin Manukyan'a ait olduğuna takılmıştım. Meğer diğer bina ona aitmiş, yargılamanın yapıldığı bina ile diğeri arasında Manukyan varisleri aleyhine çok büyük bir fiyat farkı olduğu dedikodusunu da bu sırada duydum. Doğrudan binaya girdiğim için karşı kaldırımda açılan ve beş meslektaşımızı hedef alan "misyoner çocukları" pankartını ve etrafında bu tür eylemlerin kadrolularını görmedim. Caddedeki binalardan birinin üst katlarına yerleşip olup biteni izlemeye başlayınca bu dikkatsizliğimin farkına vardım.
Üçüncü kattaki 2.Asliye Ceza'nın önünde muhabir arkadaşımız Semra Pelek ile rastlaştım. Dün yayınlanan haberinde aslında olayın tüm gariplikleri vardı. Orhan Pamuk'un "Türklüğe hakaret ettiğini" iddia edenler Kırklareli'nde bulunan iki hükümlü idi, bunların avukatları da bilinen zevat.. Ama asıl önemlisi bu başvuru için İstanbul Başsavcılığı takipsizlik kararı vermişti. Gariplik orada kalmıyordu. Adalet Bakanlığı arzulasa bu işi bitirebilirdi ama tuhaf bir şekilde Orhan Pamuk'un mahkemeye gelmesi, daha sonra aşırı müsamaha gösterilen grubun hakaret ve tacizlerinin yaşanması sanki istenmişti. Zaten mahkeme öncesi koridorlarda alenen herkese sövüp sayan adamlar dolaşıyor, birtakım bildiriler dağıtıyordu. Daha sonra onlardan bir kadın bununla yetinmeyip,mahkemeye geliş aşamasında Orhan Pamuk'u taciz de edecekti. Bu zevat aynı davayı açan savcı Turgay Evsen gibi, eserleri kırk iki dile çevrilmiş ve "Türk" denince öncelikle hatırlanan Orhan Pamuk'tan daha fazla "Türk" oldukları iddiasındaydılar. Bağırıp çağıran, güvenlik güçlerinin gözleri önünde hakaretler eden, tacize yeltenenlerin kendi "ana dillerini"ne ölçüde kullandıkları ortada iken, Orhan Pamuk anadilini tüm dünyaya taşıyıp duruyordu.
Küçücük mahkeme salonunun yerli ve yabancı izleyici grubunu alamayacağını ve mahkemenin de uzun sürmeyeceğini anlayınca mevziyi değiştirdim. Çünkü sokağın karşısındaki kaldırımda bekleyen grubun gerginlik çıkarma çabasını da görüyordum. Ve anladım ki konu "Türklüğe hakaret" ise mahkemeyi salondan değil, Adliye binasının girişini gören üst katlardan izleyeceksin. İlk tespitim Türklüğe hakaretten yargılanan Orhan Pamuk'a hakaret etmenin yasalara göre serbest olduğuydu. Güvenlik güçlerinin gözetiminde alenen hakaret ve tehdit gırlaydı. İkincisi arabaya saldıran, yumurta atan, kavga çıkaran, alenen hakaret ederek suç işleyenler, bilinen ve özellikle güvenlik güçlerinin yakından tanıdığı bir avuç insandı. Yukarılardan aşağıdaki durumu izleyince olay çıkarmak isteyenlerin rahatlıkla iki kaldırım arasında gidip geldiğini, ara sıra sigara molası verdiğini, cep telefonlarıyla resim çektiğini izliyordunuz. Ama himaye gören bu küçük grup medya tarafından sanki önemli bir hal varmış gibi sunuluyordu..
Orhan Pamuk'un yargılanması ve bina etrafındaki olayların bende bıraktığı izlenim, devlet içindeki birilerinin AB sürecini baltalayan böyle hadiseleri istediği yolunda.. Dava biteli epey olmuş ama Orhan Pamuk güvenlik nedeniyle mahkeme salonunun oradaki bir sırada epeyce bekletilmişti. Bunların hepsi dolaylı mesajdı. Davanın açılması, duruşmanın gerçekleşmesi, oradaki yapay gösteriler, hepsi ama hepsi AB'den rahatsızlık duyanların son hamlesi gibiydi. İzlenmesi ve şahit olunması çok üzücü ama gelip geçici olduğunun bilinmesi açısından da ferahlatıcı bir durumdu bu. Ellerinde kalan son barutu da mümkün olduğunca gürültülü patlatmak istiyorlardı ama galiba artık bu çirkinliklere çok da alkış alamıyorlardı. Çirkinlikleri küçük bir leke gibi kalıyordu.
|