|
|
|
|
|
Yuh ve gurur
|
|
Kapıda Rektör Aşkın görününce dışarıdaki gruptan "yuh" sesleri yükseliyor. Öğretim üyeleri ise, "Türkiye seninle gurur duyuyor" diye bağırıyor...
Van'da rengini belli etmek
Van Gölü'ne bakıyorum uçaktan. Öğlen olmuş. "Geç kaldım" diye söyleniyorum. İner inmez soluğu adliyede alıyorum. Ne oldu? "Müdahil avukatlar reddi hakim istediler" diye cevap veriyorlar. Yani? Rektörün tutuksuz yargılanmasının daha doğru olacağını düşünen hakimin reddini istediler. Gerekçe? Rengini belli etmiş. Ne rengi? Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü'nün ilk duruşmasında adliyenin dışındayım. Davanın üç hakiminden bir tanesi rektörün tutuklu yargılanmasını "Doğru bulmuyorum" dediği için, düşüncesini açıkladı, tarafsızlığı bozuldu diye davadan alınmasını talep ediyor karşı tarafın avukatları. Hakim Ferhat Erbaş "Karşı oy"u nasıl açıkladı peki? Basın toplantısı mı yaptı? Yoo, mahkemeye sundu. "Ben böyle düşünüyorum" dedi. Kapının önünde bir avuç gazeteciyiz. Kurada şanslı olanlar içeri girmiş. Malum mahkeme salonu küçük. "Saat ikide yeni duruşma" diyorlar. Hâkimin devam edip etmeyeceğine karar verilecek. Ya rektör? O nasıl? Sorgu odasında dinleniyormuş. Önce yatıyormuş, sonra kendini iyi hissedip oturur pozisyona geçmiş. Başında iki doktor, bir başhekim. Herkes rektörün adliyeye girişini konuşuyor. Koyu lacivert takım elbisesini... Kapıya kadar ambulansla gelip, kapıdan başını dimdik tutarak içeri girmesini. Ama gücü o kadarmış, 5 katı çıkamamış haliyle taşınarak mahkeme salonuna girmiş. Van sokaklarında dolaşmaya başlıyorum. Rektör hakkında ne düşünüyorlar? Kimisi adını duyar duymaz küfür ediyor. Niye diyorum? Ne yaptı sana? "Bilmem" diyor ne yaptığını, "Gazeteler kötü yazdı hakkında. Dini bütünleri fişliyormuş." Ellerinde yapma çiçekli kadınlar hastane kapısından içeri giriyorlar. Ankara Büro'dan Nergis anlatıyor; "Gerçek çiçek yokmuş burada, herkes hastasın plastik çiçek getiriyormuş." Önüme gelene rektörü soruyorum. Dava başladı biliyor musunuz? Karşılaştığım Vanlılar plastik çiçek gibi, duygusuz. Omuz silkiyorlar. "Yatsın içerde." Aralarından bir tanesi atılıyor. "Niye yatsın ki, adam mı öldürmüş? Burada adliyeyi basıp adam çıkarıyor polis dövüyorlar, kimse sesini çıkarmıyor, niye rektör yatsın, hastadır adam." Kalabalık susuyor birden. Adliyenin önünü dolduruyoruz yavaş yavaş. Hani üniversiteliler? Öğretim üyeleri, rektörün eşi? Gelmeme kararı almışlar. Taşkınlık çıksın istemiyorlar. "Ne taşkınlığı canım?" diyorum içimden. Nasıl erken konuşmuşum meğer. İçerden haber geliyor. "Hakim değişti dava devam ediyor" diye. Kapıdaki hukukçular mırıldanmaya başlıyor. "Hiç böyle şey görmedik." Konuşmaya çabalıyorum. Vazgeçiyorlar görüş bildirmekten. Rengini belli etmek lafı geliyor aklıma. Sonra uçaktaki işadamı... "Rektör beni uyardı" demişti. "Benimle fazla beraber gözükme seni de kötü bellerler." Bekleyiş uzun sürüyor. Birden kapıda rektör Yücel Aşkın görünüyor. "Yuh" sesleri başlıyor dışarıdaki kalabalıktan. Arkasından çıkan öğretim üyeleri "Türkiye seninle gurur duyuyor" diye cevap veriyorlar. Taşkınlık? Rektör sağlık sorunu nedeniyle hastaneye geri dönüyor. Ya tutuksuz yargılanma kararı... Çıksaydı soluğu İstanbul ya da Ankara'da alacak, daha donanımlı bir hastaneye kontrole gidecekti. Bitkin, yorgun ve çökmüş gözüktüğünü konuşuyoruz. Dava sürüyor. Vanlı hayatına devam ediyor. Çok da umurunda değil zaten rektörün geleceği. Adliyenin önünde sadece bir avuç gazeteci.
|
|
|
|
|
|
|
|
|