|
Filmlerimde kadınlara aşık olmayı tercih ediyorum
|
|
Son filmi "Kutsal Yürek"le konuşulan Ferzan Özpetek'le çok özel.
Filmlerimde cinsel değil ruhsal ilişkileri anlatmak istiyorum
Ferzan Özpetek Mevlana'ya ilgisini son filmine de yansıtmış. İtalya'da okurken yönetmenlere "Asistanınız olabilir miyim?" diye soran yönetmen Türkan Şoray'la birlikte Hülya Koçyiğit, Filiz Akın ve Fatma Girik'i bir araya getirmek istiyor.
Ferzan Özpetek'i çok eskilerden tanıyorum. O İtalya'ya yerleşmiş bir gençti, ünlü İtalyan yönetmenleriyle yaptığı konuşmaları Milliyet Sanat'a yolluyordu ve bir yaz tatilinde İstanbul'a gelmişti, tanışmıştık. Ortada daha ne yönetmenlik var, ne de dünyaya yayılacak bir ünün izi...Oturup bol bol sinema konuşmuştuk. Ben 80'lerin başı diye hatırlıyorum, Ferzan bana tam olarak 1977 yılı olduğunu söyledi. 18 yaşındaymış. Hey gidi günler hey!.. Sonra köprülerin altından ne çok sular aktı...Onunla "Hamam" ın Cannes'daki patlayışından "Cahil Periler"in Berlin'de yarışmasına, neleri paylaşmadık... Ama hiç bir zaman oturup bir röportaj yapamadık. Kısmet bugüne ve "Kutsal Yürek" filmineymiş... Bu filmi çok beğendim (dün okudunuz). Onun için, bu kez konuşmayı özellikle istedim. Ferzan bir orta sınıf aileden geliyor. Ve kesinlikle dışarı gidip sinema okumak istiyor. Babası pek yanaşmıyor. Ama onun ablası bir dönemin tanınmış oyuncusu Zeynep Aksu değil mi? Nasıl olur? "- Biz ayni anneden, ama ayrı babalardanız. Benim babam sinemayı hiç ciddiye almıyordu". Bu 'ciddiye almama' uzun sürmüş. Ve yıllar sonra bir gün "Hamam" dünya çapında ün yapıp bize de gelince, babası kendi okulu olan Haydarpaşa Lisesi'nin bir yemeğine gitmiş. Orda onu "Ferzan Özpetek'in babası" diye karşılamazlar mı? İşte o an ayakları suya ermiş!... Ferzan Roma'da ünlü Centro Esperimentale di Cinema okuluna girmek istemiş. Ama 'yaşı tutmadığı' için almamışlar. Çünkü henüz 17 yaşındaymış. Bunun üzerine önce dile önem vermiş: "- Altı ayda İtalyanca'yı aksansız konuşur hale geldim". Ardından Güzel Sanatlar Akademisi'nde bir yıl. Ki okul arkadaşlarından biri, tanınmış oyuncumuz Füsun Demirel'miş. Sonra da edebiyat fakültesinde sinemayı da içeren bir üniversite eğitimi. Ve o arada ünlü sinemacılarla Türkiye adına yaptığı konuşmalar. Sonunda hepsine sorarmış, 'beni asistan olarak alır mısınız?' diye...Nitekim ünlü olunca, Bertolucci üzülmüş: neye vaktiyle seni asistanım yapmadım diye... Ona ilk şansını, Massimo Troisi vermiş: "Postacı" filmiyle Oscar adayı olan, ama hemen ardından genç yaşta ölen ünlü oyuncu-yönetmen... Yıllar sürmüş bu iş...Asistanlığın ayni zamanda 'gerektiğinde ayak işleri yapmak' olduğunu söylüyor. Ve sonra 1997 yılı gelip çatmış: "Hamam" filmiyle dünya çapında gelen ün...Hep şaşmışımdır: bu film, bir tür bakışla İstanbul dekorunda geçen bir 'gay' aşk hikayesi diye algılanabilir. Ama öylesine ustalıkla çekilmişti ki, İtalyan genciyle Türk gencinin (Alessandro Gassman ve Mehmet Günsür) bir Türk hamamındaki öpüşme sahneleri bile, bir eşcinsel eylemden çok, Batı kültürünün yalnızlığından gelen genç adamın burda, Doğu'daki insanlar arası dostluğu, yakınlaşmayı ve dokunmayı keşfetmesi üzerine bir tür manifestoya dönüşmüştü. Nasıl gerçekleşmişti bu mucize? "Tek bir açıklaması var: içtenlik, bizdeki deyişle samimiyet. Filmlerimde eşcinsel kişiler ve ilişkiler olabilir, sen de Milliyet- Sanat'ın Kasım sayısında bunu yazmışsın. Ama hiçbiri gösteriş olsun diye, insanları şoke etmek için konmamıştır. Hayatın bir parçası olarak konmuştur. Cinsellik, eş veya normal cinsellik, asla ana temam olmamıştır. Eşcinsel kahramanlarım olabilir, ama altı çizilmemiştir. Ben cinsel değil, ruhsal ilişkiler anlatmak istiyorum. "Hamam"ı dünya çapında başarıya ulaştıran her ülkeden seyirciler, sanırım bunu sezdiler." Özpetek'in filmindeki kadınlar çok güzel, erkekler de yakışıklı. Sanki onları özenle seçiyor. Peki, oyuncularına aşık oluyor mu? "Elbette oluyorum" diyor. "Kadınlara mı erkeklere mi?" diye soruyorum, çapkın çapkın gülüyor; "Kadınlara aşık olmayı tercih ediyorum. Nitekim bu filmde de Barbora Bobulova'ya aşık oldum ve o yüzden senaryodaki sevişme sahnelerini çekmedim."
İTALYA'DA BİR TÜRK Özpetek'in İtalyan sineması içinde kendisini kabul ettirmesi kolay olmamış. Öncelikle 'okullu' olanların, yani Centro mezunlarının diğerlerine yukardan baktıklarını söylüyor. Ama İtalyan sinemasında da bizdeki gibi hoca-çırak ilişkisi varmış: yani sinemanın asıl setlerde ustalarla çalışarak öğrenildiğine dair bir görüş...İtalyanların yabancılara karşı her ulus gibi olduklarını söylüyor: "Hem biraz ırkçıdırlar, küçümserler. Hem de naziktirler, gerektiğinde yardım edip destek olurlar". Destek olan usta yönetmenlerden özellikle Elio Petri'yi anıyor, artık yaşamayan büyük siyasal sinema ustası: "-Bana baba gibi davranır, örneğin kadınlar hakkındaki deneyimlerini anlatırdı". İtalya'nın en ünlü yönetmenlerinden sayıldığı halde, Ferzan hala bir Türk yönetmeni olarak da biliniyor. Peki nasıl birşey bu, İtalya'da yaşayan, çalışan ve ün yapan bir Türk olmak? "Tuhaf bir durum. Örneğin bir süre önce Otranto adlı bir kentten beni çağırıp ödül verdiler. Ödülü verdikleri müze binasında kafataslarından oluşan bir duvar vardı ve bunlar savaşta öldürülmüş Türklerin kafalarıydı!...Derin İtalya'da "Mamma, İ Turchi- Anneciğim, Türkler Geliyor" deyişi hala söylenir. Ben de konuşmamda dedim ki: '-Anlaşılan atalarım vaktiyle buraya gelip sizi üzmüşler. Ama güzel kentinize 1960'larda müteahhitlerin yaptığı kötülüğün yanında, onlarınki sanırım hiç kalır'. İtalya da modernleşmenin sancılarını çeken, heryeri tarih dolu bir ülke. Uzun uzun alkışladılar". Özpetek, kendisini iki kültürlü olarak nitelememe karşı çıkmıyor: "-Evet, öyle. İki kültür arasındayım. Bunun zorlukları var, ama hoşlukları da var. Kimi durumlarda kendimi tam bir İtalyan gibi hissediyorum, ama günün başka saatlerinde birden Türk oluyorum". "Örneğin "Hamam"ı çekerken, Türk hamamı, sünnet düğünü, kahve falı gibi şeylerin ne kadar güzel olduklarını daha iyi görebildim. Bunlara benzer sayısız güzel geleneğimiz var. Ama bazen bunu anlamak için dışardan, uzaktan, Batı'dan bakmak gerekiyor galiba". Ben buna 'uzaklaştıkça daha yaklaşmak' diyorum, o da onaylıyor.
SEZEN TUTKUSU Özpetek, ilk iki filmi "Hamam" ve "Harem-Suare"de bize ait ve bizde geçen hikayeler anlattı. Sonraki filmleri olan "Cahil Periler", "Karşı Daire" ve de "Kutsal Yürek"te ise İtalya'da geçen batı hikayeleri. Ama ne anlatırsa anlatsın, o filmlerine hep Doğu'dan motifler koyuyor. Örneğin bu son filmi bir Sezen Aksu şarkısıyla açılıyor ve arada bir semazen portresi gösteriliyor. Öncelikle neden hep Sezen Aksu? Biz onu seviyoruz, ama ayrıca Batı'da çalışan yönetmenlerin, Fatih Akın'dan Özpetek'e, bu büyük sevgisi nerden kaynaklanıyor? "- Derviş resmini koymamın nedeni, kendi adıma Mevlana felsefesine ve sufiliğe olan ilgim ve hayranlığım. Zaten filmde de inanç sorunu bu çerçeve içinde ele alındı, filmde sufi düşünceden izler var. Sezen'e gelince...Hayır, o şarkıyı bir yabancılaştırma etkisi yapsın diye koymadım. O açılış sahnesine çok uygun bulduğum için koydum. Biliyorsun, "Karşı Daire"de de bir Aksu şarkısı vardı. Geçen gelişimde onun Kardelenler albümünden 10 tane birden alınca, yanımdakiler 'kızlar okusun' kampanyasına destek olsun diye aldığımı sandılar. Hayır, sadece İtalya'daki Sezen Aksu hayranı dostlarıma armağan olarak alıyordum. O büyük bir şarkıcı, bir diva".
İNANCI DOĞADA BULMAK "Kutsal Yürek" inanç üzerine, maddiyatın karşısına konan maneviyet üzerine bir film değil mi? Peki, Özpetek'in inançla arası nasıl? "-Film genel anlamda inanç üzerine. Ama herkesin özel yorumu olabilir. Bence daha sade biçimde, hayatın bize verdiği cevaplar üzerine bir film. Belirli bir din, bir inanç modeli yok kafamda... Ama Yaratıcı ile, Tanrı ile bir diyalogum var. Çok özel ve kişisel, dua yoluyla belki... Ama ben doğada da Yaratıcı'yı görüyorum. Bir çiçek, bir ağaç, bir manzara beni öylesine etkiliyor ki". Film katolik İtalya'da çok farklı biçimde karşılanmış. Dergilere kapak olmuş, TV'lerde tartışılmış. Etkili bir din adamı 'bakın, müslüman bir yönetmen insan ruhunu ne g ü z e l anlatıyor" demiş. Ama öte yandan, özellikle yoksulluk sahnelerini eleştiren, "bu yoksullar nerde yaşıyor?" diyenler de olmuş.
MADONNA'YA ROL Özpetek özellikle kadın oyunculara verdiği rollerle tanınıyor. Marie Gillain, Giovanna Mezzogiorno gibi aktrisleri o üne kavuşturdu. Sophie Marceau da vaktiyle "Harem Suare"de oynamak için ona başvurmuş, ama bu gerçekleşmemiş. "Kutsal Yürek"te Valeria Golino oynayacakmış, ama hamile kalınca talih Barbora Bobulova'ya gülmüş. Bu son filmde ayrıca 70'li yılların unutulmaz seksi oyuncusu Lisa Gastoni'ye ve onun yanısıra, hastanedeki halayı oynayan olağanüstü Erica Blanc'a rol vermesi, bence çok akıllıca. En son Madonna'nın bir televizyon programında onu Fellini'den sonra en çok sevdiği İtalyan yönetmeni olarak nitelemesi ve de "Karşı Daire"yi ne kadar çok sevdiğini anlatması, onu da şaşırtmış: "O kadar çok yankı yaptı ki, telefonum durmadı". Peki, Madonna bir rol istese verir mi? Hiç taviz vermiyor: "-Ünlüleri oynatmaya merakım yok, biliyorsun. Role en uygun oyuncuyu ararım hep. Bir ünlü de olabilir, ama şart değil".
DÖRT BÜYÜKLERLE FİLM Tüm bu oyuncular biryana, Serra Yılmaz biryana. Onun çok iyi dostu olduğunu ve inanılmaz bir diyalogları olduğunu söylüyor. "Ne zaman evleneceksiniz?" diye espri yapıyorum, o da "boşandık bile!" esprisiyle karşılık veriyor. Serra Yılmaz bu filmde oynamamış, Ferzan da İtalyan seyircisinden "niye Serra yok?" diye hayli şikayet almış!...Ama yeni filminde mutlaka olacak. Asıl projesi, Türkiye'de film çekmek ve başrolü Türkan Şoray'a vermek olduğunu söylüyor: "Hatta o dört büyükleri, yani Türkan'la birlikte Hülya Koçyiğit, Fatma Girik ve Filiz Akın'ı biraraya getirebilsem, ne harika olurdu!"...
|