|
|
|
|
|
Vejateryenlerle hayvan haklarını koruyanlar karşı karşıya
|
|
Bol sebzeli, dağdan toplanan otları sofrasından eksik etmeyen Egeliler, şimdilerde bu otların hem yetiştirilmesi hem de dağıtımı için uğraşıyor. Artık marketlere bile ulaşmış durumdalar.
Tarih Vakfı'nın yayınladığı Toplumsal Tarih Dergisi'nin Ekim sayısında ilginç bir araştırma vardı. "Balkan Göçlerinin Sosyal Boyutu". Tuncay Bilecen kaleme almış. Arşiv belgelerinden, edebiyata uzanan bir dizi dokümanla desteklenen yazı, insanın içini acıtan bir zamanı anlatıyor. 1893 Harbi ve Balkan Savaşları neticesinde yollara düşüp yalınayak Anadolu'ya dönmek zorunda kalan bir milyonun üzerinde insanın dramatik öyküsü bu. Yazar, bu göçenlerin kendilerini nasıl bambaşka bir dünyada bulduklarını da naklediyor: "Gündüz Vassaf'ın Usturumca'dan göç eden annesinin anılarından yola çıkarak kaleme aldığı Annem Belkıs adlı kitabında, annesi göç ettiği Akhisar'da ailem kendilerine büsbütün yabancı gelen bir kültürle karşılaşmıştı. Her şey değişikti. Yemekler, adetler, giyim, ziyaretler hepsi başkaydı. Hatta sokakta bana 'Sen muhacir misin, Müslüman mısın?' diye sorarlardı" diyor. Girit Adası'ndan Ayvalık'a göçetmek zorunda kalan Hasanakis'in yaşamının anlatıldığı, Ahmet Yorulmaz'ın "Savaşın Çocukları" adlı kitabında Hasanakis göçettikten sonra yaşadığı sıkıntıları şöyle dile getiriyor: " Anayurt Anadolu'ya geldik. Bu kez buradakiler, ırkdaşlarımız, dindaşlarımız, 'Yarım gavur!', 'Gavur tohumu!' diyorlar bize. Beslenmemiz bol sebzeli, dağdan bayırdan toplanan türlü otlarla olunca, bunu da hazmedemiyorlar, alay ediyorlar bizimle, 'Eşeklerin hakkını yiyor bunlar' diyorlar. Horluyorlar, ilişkilerini sınırlı tutuyorlar."
EGE'NİN OTLARI Peki Türkiye bugün nerede? Muradımız şu: 100 yıl sonra her türlü rengi sosyal kültürel zenginliği olarak gören bir Türkiye var. Gastro Dergisi'nin Mart-Nisan 2005 sayısında çok yararlı bir tabela verilmiş. Ege otlarının hangisi hangi mevsimlerde daha çok var, hangisinde daha az? İzmirli Reha Yorgancıoğlu anlatıyor; "Çocukluğumuzda öyle çok ot vardı ki, et neredeyse hiç girmezdi bizim eve. Ot yemeği mutlaka bulunmalıydı sofrada. Aksi halde, yemek pek yavan geçerdi!" Sonra anlatıyor, bugün elde kalan otları:
* Arapsaçı: Anason kokuludur. Bir çeşit dereotuna benzer ancak boyu daha büyüktür.
* Radika: Tatlı ve acı olarak iki çeşittir; tatlısı çok açık yeşil renktedir.
* Turp otu: Aynı biçimde olan pamuk otuna benzer ama üzerinde tüy yoktur.
* Hardal otu: Yapraklar benzerlerine göre daha iridir.
* Isırgan: Çok çeşidi vardır. Tek özelliği dağlaması. Haşlamadan yenecekse, biraz ovmak gerekiyor.
* Şevketi bostan: Ayıklandıktan sonra limonlu suda bekletmeli, aksi halde zamanla kararır.
* Filiz: Yeşil kuşkonmaza benzer ancak çok daha incedir. Tadı da hafif acımtraktır.
* Deniz börülcesi: Rengi yeşil, bedeni ise düzgün olmalıdır. Şimdilerde bu otların hem yetiştirilmesi hem de dağıtımı ile uğraşan Yorgancıoğlu artık marketlere bile ulaşmaya başlamış. Gördünüz mü? Nereden nereye... Kim demiş değişmek için Avrupa Topluluğu dayatmaları elzemdi diye? Belki bazı sahalarda! Ama bütün bunlar dönüşebilen bir toplumun hızlanışından başka bir şey değil...
ÇAPUT AŞI (BAĞ YAPRAĞI AŞI) (Bölge: Denizli, Buldan) Yemek ve Kültür Dergisi'nin son sayısından bir tarif sunuyorum. 500 gr. taze asma yaprağı 150 gr. tereyağ 1 baş kuru soğan 250 gr. kuşbaşı doğranmış oğlak eti 50 gr. pirinç 3 500 gr. sarımsaklı keçi yoğurdu Yeterince tuz Taze üzüm yapraklarını ince ince doğrayıp kaynar suda 5 dakika haşlayın. Ardından yaprakları bir kenara ayırıp, suyunu başka bir kaba süzün. Sonra tencereye yağı koyup, üzerine oğak etini, küçük küçük doğranmış soğanları ilave edin ve kavurun. Asma yapraklarını etin üzerine döküp kavurmaya devam edin. Son olarak da pirinçleri ekleyip, güzelce karıştırın. Kenara ayırdığınız 4 bardak asma yaprağı suyunu da yemeğe ekleyin ve kışık ateşte 1 saat pişirin. Üzerine sarımsaklı keçi yoğurdu döküp sıcak sıcak yiyin.
|
|
|
|
|
|
|
|
|