Sizin hiç...
Şu son 25 yılda kaybettiğiniz bir yakınınız oldu mu? Olmuştur mutlaka. Bir sevdiğiniz, çok yakınınızdan bir büyük, belki bir genç, bir kardeş, bir arkadaş. "Sırasıyla" denen de, "sırasız, çok erken" bulunan da. Hastalık, kaza, belki... Hepimizin olmuştur. Hiç unutamadıklarımız ile bazen hayali bile gönlümüzden, aklımızdan kaçıverenler olmuştur. Bir cenaze, bir mezar, bir taş, bir mevlit, dualar yerini bulmuştur. Fakat... Şu son 25 yılda mesela, sizin kaybolan bir yakınınız oldu mu? Cenazesiz, mezarsız, belirsiz, sebepsiz, sonuçsuz, mahkemesiz, cesetsiz, raporsuz, morgsuz, otopsisiz... Geriye sadece fotoğrafları kalarak ve kapınızı çalan yahut kapısını çaldığınız hiç kimseden bir cevap bulamadan. Oğlunuz, kızınız, kardeşiniz oldu mu? Şu son 25 yılda yani, sizin hiç kaybedilen bir yakınınız oldu mu?
Tam 25 yıl önce, 21 Kasım 1980'de, 12 Eylül darbesinin ikinci ayında, darbe adaleti 18'ini bile bulmayanın yaşını büyütüp asmadan bir süre önce... O gün 26 yaşında olan Hayrettin Eren de babasının Murat arabasıyla karıştığı günün içinden bir daha çıkamadı. Fatih'te gözaltı, Karagümrük karakolu ve arabanın en son çekildiği Gayrettepe Emniyet'te kayboluverdi. O günler tamı tamına, hemen hemen aynı yerlerden gelip geçerken, mesela benim tam da sendikacılık, belediyecilikle geçen öğrenciliğimin ardından gazeteciliğe başladığım günlerdi. Bu yazıyı yazmak için geçmiş 25 yıl. Annesi, kardeşleri, bir çeyrek asır boyunca "Ona ne oldu?" sorusunun cevabını aradılar; arıyorlar. Arada bir mutlaka, "Paşamın uzun ömür sırları... Marmaris'in havası, uzun hayat sofrası" diye çıkan haberleri de okuyorlar. Kardeşi Faruk, birlikte paylaştığımız gazete binalarının içinden sessizce ama sabırla geçerek, www.hayrettineren.org sitesinde kardeşini arıyor, anlatıyor ve diğer kayıpları da kucaklıyor. Biliyor musunuz, hiç de az değiller.
Çıldırtıcı bir şey, değil mi? "Çılgın Türkler" in böyle böyle kayıp kayıp çıldıranları da hiç ilginizi, hissinizi çekti mi? 25 yıl öncenin amirleri, memurları, elektrikçileri, falakacıları, infazcıları, temizlikçileri, yok edicileri herhangi bir vicdan kabusuna uyanmışlar mıdır, bilmiyoruz. 25 yıl boyunca, Allah her evden uzak tutsun ama, kendi acılarında, kendi erken veya geçinden kayıplarında mutlaka gözyaşı da dökmüşlerdir... herhalde. Lakin, koskoca devlet, devamlılığı, bütünlüğü olan devlet, bir çeyrek asır boyunca, herhangi bir görevlisine, "Bu genç nerede?" diye soramamıştır. "Burada yok" cevabı, kayıp çocuğunun peşinde bir anneye çarpıp durmuştur ki... Hakikaten, Galeano'nun dediği gibi "mezarsız ölüler" dir onlar. Bazen dediğim gibi "Ölümsüz ölüler" dir, bir ölümleri bile olmamıştır; hep biraz önce çıkıp gitmiş, hep biraz sonra çıkıp gelecek gibi, ancak 25 yıl boyunca her gün yeniden yeniden kaybolanlardır. 20 Kasım, 21 Kasım... Her gün ne ölüm kokulu buluşmalara yataklık eder. 25 yıl öncenin kaybedilen genci, şimdi 51 yaşında, iki yıl önce İstanbul'da bombalarla kıyılanların mezarını ziyaret eder; oradan Mardin'e, Kızıltepe'ye koşar; tam bir yıl önce öldürülen 12 yaşındaki Uğur' un mezarına, oradan mesela bir asker ailesine taziyeye, oradan doğru Şemdinli'ye... Hala kendi mezarını da aramaktadır. Ki annesi hiç olmazsa bir çiçek koyabilsin, başında bir dua edebilsin! Sizin hiç böyle bir acınız olmasın.
|