Tiyatro mucizesi...
Her sabah oturup sorarım kendime "ne iş yapıyorum?" diye. Bence herkes kendini her sabah bir gözden geçirmeli. Kendine tekmil vermeli. "Ben ne iş yapıyorum? Niye yapıyorum bu işi? Başarılı mıyım? İşim benim yaşama biçimim mi?" Başka türlü de sorabilirsiniz isterseniz "Yaşama biçimimi ben çizerim, işim onun nasıl bir parçası olmalı?" Hepimiz sormalıyız kendimize. Yaptığım işten mutlu muyum? Mutsuzsam bırakıp başka bir işe başlama cesaretini gösterebilir miyim? Niye doktorum, avukatım, mimarım, işletmeciyim, müdürüm, sekreterim, patronum, çırağım niye? Niye üç kağıtçıyım, niye yapı ustasıyım, kapkaççıyım, bankacıyım, köpek bakıcısıyım, araba yıkayıcısıyım niye? Derdim ne? Nedir benim yaptığım işin tarifi... Tanımı... Neden yapıyorum bu mesleği? Ben kendimi de işimi de her gün daha iyi anlamak, yenileyebilmek için hep sorarım kendime... Nedir tiyatro? Nedir bu benim yaptığım? Bence tiyatro küçükken annelerimizin ya da büyük annelerimizin ellerimize taktığı yün çilelerine benzer. Hani... "Tak bakayım şunu, sana bir kazak öreyim" derler. Uzatırsın iki elini. Geçiriverirler yün çilesini... Siz açarsınız onlar sarar, siz açarsınız onlar sarar... Rengarenk yün çileleri top olur, örmeye hazır hale gelir... Eldiven olur yaşamı ısıtır...
RENGARENK YÜN ÇİLELERİ Tiyatro tiyatro dediğiniz de böyle bir şeydir işte... Sizi sarar sarmalar yaşamınızı ısıtır... Biz oyuncular her akşam geliriz sahnenin üstüne ellerimize insanla ilgili bin bir düğümü olan rengarenk yün çilelerini takarız başlarız açmaya... Yünün bir ucunu da sizlere, sahneden aşağıya seyircilere atarız... Onlarda başlarlar sarmaya, top yapmaya. Biz sizler sararsınız sayın izleyiciler, saygıdeğer seyirciler... İki tarafta büyük bir dikkatle işini yapar. Oyunun sonunda bizim elimizdeki yün çileleri biter... Yünün ucu sahneden salona kayar... Ve sevgili seyirciler çıkar gidersiniz tiyatrodan yüzünüzde çiçek açmış gülücüklerle... Zihninizde bin bir renkli yün topçuklarıyla ve sorarsınız: "Ne kaldı bende oyundan geriye... Ne kaldı bende..." Oysa bilmezsiniz ki ya da çok iyi bilirsiniz ki zihin alır, biriktirir, sıralar, dosyalar, yerleştirir... Üstüne düşünmeye, fikir üretmeye, yorum yapmaya başlar.
GÖKTEN DÜŞEN 3 ELMA Hani masalın sonunda "Gökten üç elma düştü..." derler ya. O üç elma kapıp da yiyesiniz diye düşmez. Masalın kıssadan hissesi, içine gizlediği felsefesi kosmos'a bakışıdır o üç elma... Alıp bir jonglör gibi o üç elmayı atıp tutarsınız kafanızın içinde... O fikirlerle bir can olup, üstüne iyice düşünüp taşınasınız diye düşer gökten üç elma... Elmalar düşünce masal bitmez başlar... İşte tiyatroda da aynı şey olur... Çıkarsınız oyundan zihninizde rengarenk yün topçuklarıyla... Başlarsınız kafanızın içinde çevirmeye. Kah gülüp kah hüzünlenip, kah coşup oyunu yeniden yaratmaya koyulur zihin... Bir gün bir bakmışsınız tutup çıkarmışsınız o yün toplarından birinin ucunu, atmışsınız birine, başlamışsınız anlatmaya, kendi yorumunuzu eklemeye yüne... Karşınızdaki de kapmış yünü, açıp iki elini başlamış yeniden çile yapmaya... Siz açarsınız o sarar. Tiyatro tiyatro dediğiniz elden ele, yürekten yüreğe dolaşan yün çilecikleridir. Bir de bakmışsınız tiyatro elden ele... Yerçekimli karanfil gibi... Bu işin yüzde ellisi sizsiniz, siz seyirciler, yüzde ellisi de biziz, oyuncular... Oyuncu ile izleyici karşı karşıya gelmeden tiyatro dediğimiz mucize gerçekleşmiyor. Sizle biz biraraya gelince tiyatro dediğimiz insanı sevgiyle kucaklayan kıvılcım çakıyor. Tiyatro mucizesi gerçekleşiyor. Yani efendim uzun sözün telgrafı bizler meslektaşız sevgili izleyiciler. Yeni bir tiyatro sezonu başlıyor. Yeni sezonda ve sonraki sezonlarda da birlikte eğlenip insana ayna tutup, o aynada kendini arama sevincimizin şenliğinin devam etmesi dileklerimle...
|