|
|
|
|
|
Avrupa Birliği'ni bölen peynir
|
|
İsviçre ve Fransa'nın gururu peynirler ortaçağdan beri keçi ve koyun sütünden yapılıyor. Ama şimdi Avrupa Birliği yönetmeliği "Peyniri böyle yapamazsınız" diyor.
Adım adım yaklaştığımız Avrupa Birliği var ya! Bir yandan ortak bir çerçeve yaratmaya uğraşırken öte yandan şaşırtıcı bir şekilde kendini var eden, o ortak zemine taşıyan muhtelif mahalli rengi de siliyor olabilir mi? Bu kültürün üzerine kafa yoran herkesin kafasındaki soru bu. Hiç unutmuyorum. Uluslararası Gastronomi Akademisi Üyeleri'ni Highgrove'da ağırladığında Birleşik Krallığın ebedi veliahtı Prens Charles sözü iki hamlede Brüksel'e getirmiş, dert yanmıştı: "Ne yani" demişti, haşmetmeapları "şimdi biz bu kurallara göre peynir imal edersek, artık Stilton yapamayacak mıyız? Hiç olur mu öyle şey?" O gün oradaki mevcudun ikiye ayrıldığını hatırlıyorum. Stilton severler vardı, onlar hemen bir küf cephesinde mevzilendiler. Bir de çoğunluğu kadınlardan oluşan prens severler, onlar da veliaht haklı diye biat ettilerdi. Sonraki konuşmaların teması aşağı yukarı aynıydı: "Brüksel'i tel'in ederiz! Peynirimizi yedirmeyiz! Sizi gidi küçük burjuva bürokratlar sizi! Biricik köylü peynirlerimizden elinizi çekiniz!" Bu neşeli akşamın üzerinden 10 yıl geçti. Peki ne değişti? Hemen hiç birşey! Bakın daha bir hafta oldu olmadı. Alman Der Spiegel Dergisi alışılmadık duygusal bir değerlendirme ile konuyu tekrar ele aldı. Bu kez söz sırası köylülerdeydi. Fransız Alpler'inde 2400 metrede hayvanlarını otlatan, soğuk, yağmur demeden üst üste günde 15 saat çalışan dağ köylüleri konuşuyorlar.
KÖYLÜ ŞİKAYETÇİ Meşhur Mont Blanc'ın 60 km güneyinde Savoy'da bir köydeyiz. 300 yıllık bir avlunun içinde. Ortaçağın başından beri burada peynir yapılıyor. Keçi ve koyun sütünden hem İsviçre hem de Fransa'nın gururu peynirler. Peki burada yaşam mücadelesi veren peynirciler Avrupa Birliği için ne düşünüyorlar? Açıkçası hiçbir şey. Brüksel'in üstelik şimdi "İngiltere Politikası" gereği tırpanlanan tarım destek kredilerinden daha bir cent bile görmemişler. Anlı şanlı hibelerin neredeyse tümü "Brüksel Bürokrasisi" ile arasını düzgün tutan iri ölçekli şirketlere akmaktaymış. Bu durumda giderek düşen peynir fiyatları, ulaşamadıkları destekler, baş edemedikleri Danone benzeri uluslararası şirketler karşısında köşeye sıkışan "peynircilerin" çoğu yavaş yavaş arenadan çekilmeye zorlanmaktalar.
KALİTENİN ŞANSI VAR Peki her şeye rağmen bu işte kalmak isteyenler için bir şans var mı? Var, ufak, sofistike ve yüksek kaliteli peynirler. İşte Der Spiegel'in naklettiği örnek de tam bu aralıktan. Methiye ile ağıt arasında giden yazı Fransız Alpleri'nin Prensi diye adlandırılan Baeufort peynirini imal eden insanları anlatıyor. Bunlar aslını isterseniz yeni ortaya çıkmış değiller. Dedik ya, neredeyse ortaçağın başından beri oradalar. Aynı şekilde, aynı peyniri yapmaktalar... Şu halde değişen ne? 1990'lı yılların daha başında gıda sektöründeki başıboşluk, peynircilikteki "listeriose" kepazelikleri, ölümler, medya ve politikacılar eli ile öyle bir kulvara çekildi ki... Avrupa Birliği'nin 92/46 sayılı yönetmeliği sahneye çıktı. 34 sayfalık bir neler yapılamaz, neler hangi kondisyonlarda yapılır listesi! Az ya da çok şunu söylüyor; "Şu ortaçağdan beri yaptığınız peyniri bundan böyle öyle yapamazsınız!" Elbette bu problem sadece veliaht nezdinde değil, Avrupa'nın tüm düşünürlerince tartışılmakta. Dedik ya, Avrupa kültürünü bugüne taşıyan bu topluluğu oluşturan insanlara bundan böyle ortak olabiliriz dedirten zemin tuhaf bir şekilde ancak bir tasfiye yolu ile mi birleştirilebiliyor? Birleşik Avrupa anında ikiye ayrıldı. Kuzeylilerin çoğu, örneğin Alman politikacılar canım efendim, pastörizasyon diye bir şey varken bu çiğ sütte ısrar neyin nesi diye sormaktaydı. Halbuki İtalyanlar, İspanyollar, Fransızlar şiddetle direnmekteydiler. Sadece Fransa'da mevcut olan yüzlerce peynir cinsi lezzet açısından çok daha üstün olmakla kalmayıp aynı zamanda normlarla tariflenen ve pastörize sütten elde edilenlerden daha az sıhhatli de değildi.
FEDAKAR ÜRETİCİLER Peki çıkar yol nerede olabilir? Fransızların yıllardır kullandıkları "Appellations d'origine controle" bir can simidi oldu: Mahalline, malzemeye ve folklorik-kültürel mirasa bakarak tariflenen bir "marka". Avrupa Birliği'nin 10 yıllık bir norm diretmesinden sonra Beaufort'u, Parmigiano'yu, Manchego'yu kaybetmemek için bulduğu üstelik Dünya Ticaret Örgütü'ne kabul ettirdiği yol bu. Şimdi son bir şey daha kaldı. O da şu. Evet, fedakar üreticilerin peynirleri hala elimizde. Fakat eski deyişle söyleyelim marifet iltifata tabidir. Yani bu "peynirlerin" yani kültürün mahalli renklerinin uçup gitmemesi için bir de talibi olması lazım. Peki onlar nerede? Bütün bu soruları seyretmemeli, bizler de kendi kendimize sormalıyız!
|
|
|
|
|
|
|
|
|