Kur konusunda kim ne yaptı, ne yapmadı?
2001 krizi sonrasında ekonomi hızla toparlandı, normalleşti. Krizin etkisinden giderek uzaklaştı. Yüksek büyüme yakalanırken enflasyon tek haneli rakamlara indirildi. Kamu borçları kolaylıkla sürdürülebilir hale geldi. Ancak bu yeni dönemde IMF ile birlikte uygulanan ekonomik programın bir yan etkisi ortaya çıktı: Yüksek düzeyde dış açık. Türkiye ikinci yıldır yüksek dış açık veriyor. 2006 yılında da GSMH'nın yüzde 56'sı civarında bir rakamla, yüksek dış açık üçüncü yılına girecek. 2001'den uzaklaştıkça kamu borcu ve bankacılık kaynaklı kriz tehdidinden giderek uzaklaşıyoruz. Ama artan cari işlemler açığı nedeniyle yeni tehlikelere yaklaşıyoruz. Dün Merkez Bankası Başkanı'nın Bakanlar Kurulu'nda ve önceki hafta Meclis'te yaptığı sunuşlarında, bildiğimiz anlamıyla cari açığın yeni bir kriz yaratmayacağını söyledi. Üzerine 2006 yılında 2005'e yakın düzeyde cari açık hedeflendiği ortaya çıktı.
Ağır eleştiri Ekim ayı İhracatçılar Birliği rakamları açıklanırken, Merkez Bankası Başkanı ağır bir şekilde eleştirildi. İhracat ekim ayında yüzde 13 artmasına artmıştı ama 2005'te özellikle kur düşüşü nedeniyle zorlanmalar başlamıştı. Sanayi kesiminden de benzer kur eleştirisi geliyor. Ama doğrudan Merkez Bankası'na yönelik değil. Kurun düşmesi nedeniyle Türkiye'nin giderek rekabet gücünü yitirdiği bir gerçek. Mevcut eğilimlerin sürmesi halinde de, giderek bir tıkanıklığın yaşanabileceği söylenebilir.
Hükümet işin neresinde? Ama tüm eleştirilerin odağına Merkez Bankası'nı koymak ne derece doğru? * Çünkü, Türkiye'de halen uygulanmakta olan dalgalı kur rejimine geçilmesine tek başına Merkez Bankası karar vermedi. Kararı hükümet, IMF'nin dayatmasıyla 22 Şubat 2001 akşamı verdi. Merkez Bankası bu kararın veya kur rejiminin uygulayıcısı, daha sonra çıkarılan Merkez Bankası Kanunu'nda da, "kur rejimini, hükümetle birlikte belirlemek" ile görevli. Yani kararı tek başına Merkez Bankası vermemiş, veremiyor. * Dalgalı kur rejimine geçtikten sonra, 2002'nin son çeyreğinden itibaren küresel bazda başlayan likidite bolluğu ve gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akışının hızlanması, Türkiye'de de döviz bolluğuna yol açtı. Bu durum kuru düşürücü etki yaptı. * Merkez Bankası 2002'den bu yana piyasalardan hem doğrudan hem de ihaleler yoluyla 33.6 milyar dolar tutarında döviz aldı. Bu alımlar kurun daha da düşmesini önlemiş olabilir. Merkez Bankası da, Türk Lirası'nı suni biçimde değerlendirme politikası izlemediğini söylüyor.
Önlemi kim alacak? Sorun, dalgalı kur rejimine hazırlıksız geçmek ve bu sırada dünyada başlayan likidite bolluğuna yakalanmaktır. Bunun pek çok olumlu etkisini yaşadık. Ama olumsuz ve en büyük etkisi de, kur üzerinde ve oradan ihracat ile dış açık üzerinde ortaya çıktı. Bu konuda da görev ve önlem almak sadece Merkez Bankası'nın değil, genel anlamda ekonomi yönetiminin ve programı dizayn eden IMF'nin işi. Nasıl ki, kur rejimine tek başına Merkez Bankası karar vermediyse, hatta ondan daha çok IMF ve hükümetin kararı etkili olduysa, sermaye hareketlerinin yan etkilerini bertaraf edecek önlemleri de onlar zamanında almalıydılar. Merkez Bankası belki faizleri zamanında, 2003 ve 2004'te düşürmekte ağır kaldı, daha hızlı düşürebilirdi. Bu konuda eleştirilebilir ama kur konusunda fazla söylenebilecek bir şey yok. Mevcut kur rejimi yürürlükte olduğu sürece, gelecek bayramlarda da benzer tartışmalar pekala sürebilir. Herkesin bayramını kutlarım.
Sonuç "Abarttığımız her şeyi kaçınılmaz olarak zayıflatmış oluruz" Jean François De La Harpe
|