İlkem, kendime yontmak...
Türkiye akademi dünyası "yargının taraflı olabileceği"ni, "bağımsız olmayabileceği"ni ilan ediyor. Hatta, bunu soyut ihtimal diye değil, güncel kanıtlanmış somut durum olarak ilan ediyor. Bundan sonra, tüm üniversitelerin tüm hukuk fakültelerinde bu ciddi bir öğretim ve akademik tartışma konusu olmalı. Gerçekten temel bir konu olabilirse... İnanın tarihin yorumlanması, insanların kendi ülkelerini ve dünyayı algılama, anlama biçimleri de değişebilir. Yargının... Hukuk felsefesi ve ilkelerinden güç aldığı düşünülen ve "halihazırdaki değişebilir kanunlar" a objektif biçimde yaslandığı varsayılan yargı süreçlerinin... Aslında bir dizi sübjektifliğin, bir dizi iradenin, bir dizi (yahut gerçekten bir) ideolojinin, yorumların, eğilimlerin, güçlerin, endişelerin, nefretlerin, güncel gelişmelerin, tarihi değişimlerin, açık ve gizli iç savaş ve mücadelelerin, bireysel ahlak anlayışlarının, gündelik moral değerlerinin, tutku ve arzuların, inanç ve inançsızlıkların, çıkar ve beklentilerin uzantısı olabileceği de anlaşılır. Bir kez anlaşılabilirse... Bağımsızlık, tarafsızlık, hukuk, yargı, yüksek yargı, kanun, anayasa gibi kavramların çıplak yüzü de belki daha çok tartışılır. Bir kez biraz anlaşılabilirse... "İlke"nin hakiki manası üstüne düşünme, "ilke"nin vicdanla olan ilişkisini, "ilke"nin adil olmaya dair vicdani terbiyesini kavrayabilme, en azından hissedebilme ümidi de doğar.
"İntihalci bilim, yazı, emek hırsızı"nın kimlerden olduğu o zaman birincil önemini yitirir belki. Birilerinin ötekinin intihalcisini mahkum etme, kendi yandaşının hırsızlığını unutma garabeti biter de, tüm intihalcilerin aynı ilke uyarınca intihalci ilan edilmesinin yolu bulunur o zaman. Henüz masum sayılan birisinin "azılı katil" gibi götürülmemesi, bir ilke halinde önemsenir; kimin başına gelirse gelsin. Mağduriyetten ikbale, iktidara ulaşanlar, devlet sopasıyla uğranılan haksızlıkları gerçekten vicdanlarında yorumlamış ve buna karşı olmayı ilke olarak kabul etmişlerse, basittir... Kendileri de yapmaz. Hukukun haksızlık yapabileceğini kabul eden hukuk insanları, her gün haksızlığa uğrayan onca insana "ilkeler" uyarınca seslerini, bilgilerini, desteklerini ulaştırır. Biz... Dava sonuçlarını, mahkumiyetleri, masumiyetleri belkiişimize göre yorumlamakla yetinmez, ille renkdaşımıza taraf kalmakla tatmin olmaz, bir de ilke ve vicdan ve insan zaviyesinden bakmaya çalışarak azıcık kendimizi aşarız... belki. Daha önce ağzımızdan çıkanları... Daha önce başımıza gelenleri, başımızın altından çıkanları da unutmaz... Özeleştirilerden, muhasebelerden muhakemelere taşırız da belki... Bazen fazla atıp tutmaz... Bazen de, hani gerektiğinde sessiz kalmaz, haykırırız.
İnsanlık bu ilke işinde aslında çok yoruldu. Aslında insan kendini ve ötekini, ilkesizlikle çok hırpalayıp durdu. Tarihin koşusu; vicdanın, insanın, ahlakın, hukukun ilkelerini bulmak, yaymak, sağlamlaştırmakla geçti gibi görünürken... Koşunun içine çok hile, çok hurda, çok su karıştırıldı. İşin, hayatın, adam olmanın, makam olmanın, iktidar olmanın, güç ve sidik yarıştırmanın, yandaş bulmanın, yandaş azdırmanın, sözde büyük mücadeleler veriyor gibi görünmenin, acımasızlığı ciddiyet, kararlılık, otorite, prensip saymanın temel gıdası... İkiyüzlülüktür. Haybeye dipsiz kuyularda dolanıp durmuyoruz.
|