Uygar'ın arabasını çarptım
Yanlış hatırlamıyorsam yıl 1994 idi. O yıllarda henüz Mersin'den geleli iki yıl olmuştu. Ve ben büyükşehir şokunu atlatmaya çalışıyordum. O yıllarda yayınlanan 'Free' isimli müzik dergisinde, benimle aynı okulda okuyan ve derginin moda çekimlerini yapan Gökçe arkadaşımın torpiliyle iş buldum. Sonra hayatın bir takım Bizans oyunlarına girdim ve kendimi Tarkan'ın basın danışmanı olarak buldum. 18 yaşımdayım, Tarkan çok meşhur ve biz turnelere filan gidiyoruz...
TARKAN'IN EKİBİYİZ Bu tam olarak yakın bir arakadaşınıza piyangodan milyarlarca lira çıkması gibi bir şey. Gittiğimiz kentlerde bizi limuzinler karşılıyor, oda servisinden canımız ne isterse sipariş verebiliyoruz. Ve ortalıkta 'Tarkan'ın ekibi' karizması ile sarmalanmış halde kırıta kırıta dolaşabiliyoruz. O yıllarda Tarkan'ın menajeri Gamze Platin idi. Şimdiki menajeri Uygar Ataş ise turne sorumlusu idi. Turneler bittiğinde biz Uygar'ın babasından yadigar beyaz Renault 9 otomobiliyle gazetelere bülten falan dağıtırdık. Turnede kazanılan paralar, yine turnede yendiği için kışları beş parasız dolanırdık ortalıkta. Uygar'ın annesi güzel yemek pişirince gider keyifle yerdik... Tarkan'ın plak şirketi İstanbul Plak'ın sahibi Mehmet Söğütoğlu, Etiler'de bir villayı hem stüdyo hem ofis yapınca bizi de yanına aldı. Uygar, İstanbul Plak'ın müdürü olmuştu. Ben de basın işleri ile uğraşıyordum. Bir yandan da Uygar fark etmeden, onun otomobili ile ehliyet sınavı öncesi çalışmalar yapıyordum. Canım Uygar, o kadar iyi bir çocuktu ki; fark ettiği halde gıkını çıkarmıyordu. Ben de durumun öyle suyunu çıkarmıştım ki, tuvalete bile Uygar'ın otomobili ile gider olmuştum. Bir gün yine böyle bakkala yapılan yakın bir seyahatten bin bir hava ile döndüm. Uygar'ın otomobilini villanın önüne park ettim. Ve İstanbul Plak'ta pişen öğle yemeğinin üzerine balıklama atladım. Tam on dakika sonra kapı çaldı. Koştum açtım. Kapıda bir adam: - Abla, az önce park ettiğiniz otomobil geri geri gelip elektrik direğine çarptı! - Nası, nası, nası yani? Yayan yapıldak olay yerine koştum. Bu yaklaşık iki dakikalık bir koşu idi ama iki yüz yıl kadar koştuğumu zannediyorum. Gerçekten, park ederken el frenini çekmeyi unutmam nedeniyle, otomobil geri geri kayıp sağlam bir hızla elektrik direğine arkadan girmişti. Arka tampon, sol arka far ve kaporta darma dumandı. Olan olmuştu... Ama Uygar'a bu acı haberi benim vermem gerekiyordu. Böyle anlarda haberi vermeden önce ilişkiniz hâlâ eskisi gibidir.
YERİNDE DURUYORDU Arabasını çarptığınız ama haberi olmayan şahıs hâlâ sizi seven bir arkadaşınızdır. Bu süreyi uzatıp hiç değilse birkaç dakika daha arkadaş kalmak ister insan: - Uygarcığım - Efendim - Uygarcığım... - Ya söylesene.., - Ayy uzatmıycam... Uygar ben senin arabanı park etmiştim. Sonra el frenini ne yaptım hatırlamıyorum. Ama bak gerçekten ben içeri girerken yerinde duruyordu. Eminim çünkü kendimle gurur duymuştum... Sonra kapı çaldı. Araban benim park etme tarzımı beğenmedi herhalde. Geri geri giderken elektrik direğini görmemiş... Uygar'ın gözlerindeki hiddet birkaç saniye sonra Etiler Vadisi'nde yankılanan sesine eşlik ediyordu. Kaçtım saklandım... Ama bana bir daha otomobilini vermedi! Şimdi buradan kendisine sesleniyorum: Uygarcığım vallahi ben otomobili park ettikten sonra yerinde duruyordu...
|