Saygı kıtlığı
Şu sırada Richard Sennett'in "Saygı" (Ayrıntı Yay.) başlıklı, saygı konulu, saygı kokulu kitabını okumaya başladım. Cuk oturdu. Kitabın alt başlığı daha beter oturdu: "Eşit olmayan bir dünyada."
İnsanlara hep şu masal anlatıldı: "Ekonomik eşitsizlikler doğaldır." Meşrulaştırmak üzere, çok tanrılı, tek tanrılı dinlere, tarikatlara, kastlara, soyluluklara, ırk farklılıklarına, ten rengine, kafa şekline, "Tanrı vergisi"ne başvuruldu. Lakin, cumhuriyet ve demokrasi idealleri, elbette sadece birer "ideal" olsa bile bir "eşitlik" meselesi çıkardığında, kafalar karıştı. İnsan Hakları bildirgelerinden cumhuriyet ülkülerine, demokrasi tutkularına kadar tüm vaatler, "eşitlik ve adalet" üzerineydi. Lakin masal sürmeliydi; sürdü: "Ekonomik eşitsizlikler doğaldır." İki "doğaldır" arasında, kuşkusuz tarihi, kavramsal farklılıklar vardı: Birincisi hakikaten doğaya, doğa kanunlarına, Tanrı emirlerine, tanrısal düzenlere, kana filan atıf yaparken... Diğeri kısaca "normaldir" diyordu. Normalin normal sayılabilmesi, elbette girişim, mülkiyet vesaire gibi özgürlükler, haklar, sermayenin becerisi, akılemekbuluş gibi faktörlerle yapılan izahlara bağlandı ama... Evet aması da vardı. Ya insanlar bunu yine de "doğal, normal" karşılamazsa. İşte, kökenlerindeki (sapına kadar) "devrimci ruh"la ortaya atılmış cumhuriyet ve demokrasi ideallerinin sapları budanarak birer "eşitlik ve adalet illüzyonu" halinde de olsa, yine de "eşitlik, adalet" vaat etmesi gerekiyordu. Kanun karşısında eşitlik... Eşit eğitim hakkı... Eşit işe eşit ücret... Fırsat eşitliği... Sağlık hakkı, konut hakkı, insan hakkı vesaire. Öte dünyanın "eşitlik ve ilahi adalet vaatleri" bu dünyada ne kadar geçerliyse artık, bu "laik, seküler, imtiyazsız" dünyanın eşitlik ve adalet kararlılığı da o kadar gerçekti. Yoksulluk-zenginlik filan bir yana, lakin evrensel hukuk düzeni, demokrasi ve cumhuriyetin bütün ikna gücü en azından şunda olmalıydı: "Herkes, saygıyı hak eder."
İşte, Sennett'in kitabı ondan sonrasına dair. Çünkü, sistemin en önemli "meşruiyet kaynağı" büyük bir yalan. Saygı, aşırı kıt. Yalanın açtığı boşluğu, hala korku, tedirginlik, baskı dolduruyor. Boşluğu duruma göre, "milliyetiyle, takımıyla, etnisitesiyle, makamıyla, rütbesiyle, parasıyla, malıyla, kılığıyla, kornasıyla, kaba kuvvetiyle saygıdeğer olmak" arzuları dolduruyor. İlle cinayet şart değil; "bireye saygısızlık ve böcek gibi ezme töresi" hayatın her yanında. Bir haftadır yazarken öğrenerek, çok çok sayıda kişinin görüşlerini, seslerini duyarak, "Cumhuriyetin bekçisi" bir kurumun içinde, cumhuriyet vaadi olan "kendisine, kişiliğine saygı"ya özlemin boyutlarına tanık oldum. "Eşitsiz bir dünya"da "saygı"nın neden pek imkansız olduğunun tek örneği tabii ki sıkı ve katı bir hiyerarşi kurumu olan ordu değil. İşyerlerinin, siyasetin, medyanın, sözde özgür akademi dünyasının büyük bölümü bile "saygısız emir-komutalar" dan ibaret. Ancak, "kanayan az-subay yarası" şunu gösterdi: Rütbe, düzen, sistem, askeri disiplin tamam... Lakin, "saygı açığı" ölüme kadar kurumlaşıyor. İnsanların geçimlerine, hayallerine, emekliliklerine, gündelik hayatlarına, çocuğunun psikolojisine bulaşıyor; mezara kadar yakaya yapışıyor. "Eşitsiz dünya" lanet bir "ebedi adaletsizlik"le içlerini eziyor. Günün "parlak" şirketi OYAK'a, bu yüzden "kendilerini ezen, dışlayan, kemiren" ve "birey olarak değer vermeyen", kastlaşmış, zümreleşmiş bir imtiyaz kurumu olarak bakıyor, "Cumhuriyet'in imtiyazsız, sınıfsız bir kitle vaadi"ni en azından hatırlarken kahroluyorlar. Tabii, "eşitsiz dünya" da erat olmak da var! Saygıyı arayan, kendi kalbinde de arayacak önce.
|