| |
Yarım bardak suda fırtına
TABLO şöyle: AB'deki Türkiye karşıtları bardağın dolu yarısını gösteriyor... Ankara'daki muhalefet ise boş yarısını. Bizce muhalefet sadece eleştirmekle yetinmemeli, müzakere sürecine katkı için "müktesebat" çalışması da yapmalı... O süreci götürme görevi bir gün onlara da geçebilir....
Muhalefetin bombardımanına bakılırsa, Ankara'daki Müzakere Çerçeve Belgesi tartışmaları Lüksemburg'takilere taş çıkartacak. Hükümete bir teşekkürün, bir kutlamanın bile esirgendiği (Anavatan lideri Erkan Mumcu hariç) bu yaylım ateşinde herkes hedefine bestseller olmaya aday o belgeyi koydu bile. CHP lideri Baykal'a göre, belge "Türkiye açısından 17 Aralık'tan daha olumsuz, daha ağır. Türkiye'yi ebedi aday konumunda tutmayı amaçlıyor." DYP lideri Ağar'a göre ise, "Müzakerelerin başlaması Cumhuriyet'in büyük bir başarısı" ama "Müzakere Çerçeve Belgesi bu başarıyı taçlandırmadı, satır aralarında ikinci sınıf üyeliği gizliyor." Elbette iki liderin de tespitlerinde haklılık payı var. Ancak daha ilk günden kamuoyunun ezici çoğunluğunun paylaşmadığı bu karamsar değerlendirmeler, hiç değilse umut mesajlarıyla dengelenemez miydi? Mumcu'nun yaptığı gibi: "Kopenhag Kriterleri dışında, yeni siyasi kriterler Türkiye'nin önüne konuldu. Bu siyasi kriterler, Türkiye'nin üyelik sürecini zorlaştıracak. Ama üyeliği imkânsızlaştıracak zorluklar olmadığını da biliyor olmamız gerekir. Müzakere Çerçeve Belgesi'nde bazı zorluk ve tuzaklar var ama bu zorlukları yönetme sorumluluğu da Türkiye'ye ait."
Avrupa'daki rüzgâr farklı Avrupa'daki tepkiler, yorumlar ve değerlendirmeler de Mumcu'nun (ve elbette Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı Gül ve Başmüzakereci Babacan'ın) yaklaşımıyla çakışıyor. Hem dostlar, hem de en iflah olmaz Türkiye karşıtları, belgedeki sert koşulların, müzakerelerin üyelikle sonuçlanmasına engel olamayacağını belirtiyorlar. İşte İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw'ın dünyaya yaptığı açıklama: " Türkiye'nin bazı çukurlardan atlaması gerektiği görüşüne katılmıyorum. AB müzakere belgesinde yerine getirilmesi gereken konu başlıkları var. Her ülkeden bunlar isteniyor." İşte Türkiye karşıtı Fransız Demokrasi Partisi milletvekili AnneMarie Comparini'nin görüşü: "Türkiye ile müzakerelerin tek hedefi tam üyelik. İmtiyazlı ortaklık seçeneğini masaya getirmek artık imkânsız olacak. " Bir gerçek daha var; AB'nin bugüne kadar tüm aday ülkelerle yürüttüğü müzakereler mutlaka üyelikle sonuçlandı. Hem sonra, hangi koşullarla olursa olsun AB ile müzakerelere başlamak, Türkiye'ye iki hayati konuda olağanüstü güvenceler sağlıyor: 1- Laikliği sulandırma niyet ya da girişimleri imkânsız hale gelecek. Çünkü, AB yetkilileri din farkını öne çıkaran eleştirileri hep Türkiye'nin "laikliğini" hatırlatarak göğüslediler. Hem de "AB'nin çoğu üyesinden daha laik" vurgusu yaparak. Müzakereleri belgedeki sert koşullar değil, laikliğe gölge düşürebilecek zorlamalar dinamitler. 2- Türk ekonomisi kriz risklerine karşı etkin bir paratonere kavuşacak. Ayrıca bugünkü gibi yüksek oranda büyümeyi sürdürme kapasitesine de... Bu daha çok yabancı sermaye, daha çok yatırım, daha çok istihdam demek. Bu eğitime, sağlığa, altyapıya daha çok kaynak demek. Bu daha az borçlanma demek. Kısacası daha güçlü, daha istikrarlı, daha güvenilir, daha değerli bir Türkiye demek. 3 Ekim'in ertesinde bu kadar coşan piyasa aktörlerini, siz bir de müzakerelerde birkaç başlık açılıp kapandıktan sonra görün. Tamam; bardak dolu değil ama ilk günden sadece boş tarafına takılıp kalmak da büyük haksızlık...
|