Zoraki evlilik
Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında uzun yıllardır süren inişli çıkışlı dönem, şimdi yerini müzakere aşamasına bırakıyor. Geçmişe şöyle bir baktığımızda geleceğimizi de görür gibi oluyoruz. Başlangıçta bize, "gelin, ille de birliğe katılın" diye ısrarcı olanların tutumlarının, daha sonra nasıl değiştiğine hep birlikte şahit olduk. Hele son dönemlerde, müzakereler başlamasın diye ellerinden geleni yapanların davranış biçimleri de unutulacak gibi değil. Zoraki evliliğe hazırlandığımız kesin. "Nikahta keramet vardır" dense de, önümüzdeki yılların kolay geçmeyeceğini tahmin etmek hiç de güç değil. Avrupalı bazı dostlarımızın (!) geçen yıl 17 Aralık'ta verilen sözlerden koşullar değişince nasıl vazgeçebildiklerini, "kredibilite" denilen ve batı değerlerinin parçası olan bu kavramı nasıl ayaklar altına alabildiklerini üzülerek izledik.
Başka seçenek var mıydı? Geçen hafta Washington'da yapılan toplantılar sırasında Brezilyalı bir bankacı ile sohbet ediyorduk. Benzerlikleri giderek artan Türkiye ve Brezilya'nın sorunlarını konuşurken, bana AB'yi kastederek "ne diye bunların arasına giriyorsunuz, Fransızların snop yönetimine nasıl dayanacaksınız, sizi istemeyen kişilerle nasıl beraber yaşayacaksınız?" şeklinde sorular yöneltmeye başladı. Bir bakıma haklıydı. Zoraki bir evlilikte, birbirini sevmeyen çiftlerin dünyayı birbirlerine zindan ettikleri kesindi. Brezilyalı bankacı dostuma seçeneklerimizi sıraladım. Brezilya'nın bölge ülkeleri ve ABD ile birlikte olmaktan başka bir yolu yok iken, Türkiye'nin jeopolitik bakımdan hassas bir bölgede bulunmasının getirdiği riskleri ve olanakları anlattım. Seçeneklerimizin sayısı çok gibi görünürken, aslında hareket alanımızın ne kadar dar olduğunun altını çizdim. AB'den başka alternatiflerimiz tabii ki vardı. Güneyde Müslüman ülkelerle, kuzeyde Rusya veya ABD- İsrail ile ortaklıklar kurabilme olanaklarımız her zaman mevcuttu. Hiçbir bloğa dahil olmadan yaşamayı da bunlara ekleyebilirdik. Ancak, AB'nin yaşam düzeyini ve yaşamın kalitesini yükselten ortam bunların hiç birinde yoktu. Avrupa Birliği, zengin bir ülke olmayan Türkiye'nin 2025 yılında 90 milyona erişecek yurttaşlarına aş, iş ve insanca yaşama olanağını sağlama açısından, mevcut seçeneklerin içerisinde en iyisiydi. Biz de, bu nedenle şansımızı zorluyorduk.
AB'nin de seçeneği yok Bu zorlamada bize omuz verenler de vardı. Bunlardan birisi ABD yönetimiydi. Reagan, Bush, Clinton ve W. Bush 1990'lı yılların başından bu yana Türkiye'nin AB üyeliğini, Irak krizi sırasında oluşan soğukluk dönemi hariç, devamlı olarak destekledi. Son günlerde ise, normalleşme işaretleri veren Türk-Amerikan ilişkileri çerçevesinde, ABD'nin Avrupa Birliği nezdindeki sessiz ve fakat yoğun çabaları bu desteğin kaybolmadığını bize işaretledi. Bu yoğun çabayı seslendirenler ise, ABD ile birlikte bizi omuzlayan İngiliz yönetimiydi. Böylece Avrupa, Türkiye'nin giderek artan jeopolitik öneminin bedelini, onunla zoraki bir evlilik yaparak ödüyor. İleriye baktığımızda, bu evliliğin sıkıntı ve sancılarının kuşkusuz ortaya çıkacağını görüyoruz. AB ile müzakerelere başlamaktan en fazla yararlanacak olan ülkemizin, sakin, kararlı ve emin adımlarla bu yolda yürümekten başka seçeneği de yoktur.
|