|
|
|
|
Beyoğlu'nun En Güzel Abisi...(1)
Bakın çocuklar, Çetin'i vuranı yakalamak istiyorum. Madem aranız iyiydi, bana yardım etmeniz gerek.
Adam, "Öz Tarlabaşılılar Kulübü" yazan tabelanın iki metre kadar önünde, bir kan gölünün içinde sırtüstü yatıyordu. Gırtlağı enlemesine kesilmiş, bej rengi ceketinin altındaki kahverengi gömleği olduğu gibi kana boyanmıştı. Sağ elinde Baretta marka bir tabanca tutuyordu. İyice aralanmış ağzından kan mı, salya mı olduğu seçilemeyen koyu bir sıvı sol yanağında kuruyup kalmıştı. Bal rengi gözlerinde bir şaşkınlık ifadesi okunuyordu. Yakışıklı bir adamdı; düzgün bir burun, kalın, biçimli kaşlar, kızıla yakın bakır rengi bir bıyık, gamzeli genişçe bir çene. Elimdeki kimlikte adının Çetin Yordam olduğu, 1972'de Çorum'da doğduğu yazıyordu. Ben elimdeki kimliği incelerken, "Ateş etmeye fırsat bulamamış," diye mırıldandı yardımcım Ali. Baretta'nın namlusunu kokladıktan sonra sürdürdü sözlerini: "Düşmanı ondan daha hızlıymış." "Ya da hazırlıksız yakalanmış," diye başka bir varsayımda bulundum. "Anlaşılan adamın onu öldüreceğini tahmin etmiyormuş," dedi Ali. "Yoksa fırsat verir miydi adama?" Eliyle tabancayı göstererek ekledi: "İsteseydi bu makinayla kimseyi yaklaştırmazdı yanına." Haklıydı, böyle silahı olan birini bıçakla öldürmek, öyle her babayiğidin harcı değildi. "Bu işi yapanlar kaç kişiydi acaba?" diye mırıldandım. Bu soruyu kendime mi, yoksa oradakilere mi sormuştum, ben de bilmiyordum. "Onu bulduğumuzda yanında kimse yoktu," diye atıldı sokak devriyesinde görevli üç polisten zayıf olanı. "Kaçan birilerini de görmedik. Gecenin üçünde kim olur ki burada?" Dikkatle baktım polise, "Niye öyle söylüyorsun?" diye mırıldandım. "Burası Beyoğlu, burada sokaklar sabaha kadar işler." "Tamam da Başkomserim, burası biraz sapa bir sokak..." diye açıklamaya çalıştı aynı polis. Söyledikleri inandırıcı değildi ama üstelemedim. Kulübün kapısına baktım. Sanki ne düşündüğümü anlamış gibi polis hemen açıklamaya girişti: "Kulüpte de kimse yoktu Başkomserim. Her zaman olduğu gibi bu gece de saat birde kapanmış." "Ne kulübü bu?" diye sordu Ali ayağa kalkarken. Aslında sorusunun yanıtını çok iyi biliyordu; beni kuşkulandıran nokta onun da aklına takılmış olmalıydı. "Kulüp işte," dedi zayıf polis. Sesindeki tedirginlik kuşkularımı artırmıştı. Ama Ali benden önce davrandı. "Anladık da, ne yapıyorlar bu kulüpte?" Zayıf polis yutkundu, Ali'ye değil bana bakarak yanıtladı. "Ne yapacaklar, semt sakinleri akşamları bir araya gelip, okey, briç filan oynuyorlar..." Bizim Ali her zamanki sabırsızlığıyla, "Kumar desene şuna," diyerek kesti adamın sözünü. Baskıyı artırmanın tam sırasıydı. "Yoksa kumar oynanmasına izin mi veriyorsunuz?" dedim. "Kumar değil Başkomserim," diyerek araya girdi polislerden kel olanı. Sesinde kendine duyduğu güven seziliyordu. "Öylesine eğlence amaçlı oynuyorlar. Kumar olsa izin verir miyiz!" Kel polisi şöyle bir süzdükten sonra, söylediklerini umursamadığımı belli eden bir tavırla, "Umarım haklısındır," dedim. "Umarım bu cinayetin nedeni kumar değildir." Üçüncü polisin de dili birden çözülüvermişti. "Değildir, kuş uçurtmuyoruz burada. Kaç yeri mühürledik..." Bunları o kadar çok duymuştum ki dinlemek bile sıkıntı veriyordu. İşin aslı şuydu: Maaşlarıyla geçinemeyen kimi polisler, bu tür kulüplerde, kahvelerde kumar oynanmasına göz yumarak, bir tür avanta alıyorlardı. Yerde yatan cesedi bulan devriye ekibinin gizlemeye çalıştığı, işte buydu. Aslına bakarsanız, bu konu ne benim ne de yardımcım Ali'nin umrundaydı. Tabii cinayetle ilgili olmadığı sürece. Eğer bu iş cinayete uzanıyorsa, o zaman meslektaşlarımızla papaz olmamız kaçınılmazdı. Polis memuru açıklamalarını sürdürürken, ben de etrafı izlemeye başlamıştım. Sokak gerçekten de çok sakindi. Yaşlı apartmanların sırt sırta vererek güçlükle ayakta durduğu, küf, çöp, sidik ve alkol kokan Beyoğlu'nun bu arka sokağı, insanda korkudan çok hüzün uyandırıyordu. Devriye aracının yanıp sönen ışıkları da olmasa, bu sokakta bir vukuat olduğunu gösteren hiçbir belirti bulunmayacaktı. Ben böyle düşünürken, az ilerde karaltılar belirdi, sesler gelmeye başladı. "Çetin Abi'yi bıçaklamışlar," diyordu yaklaşmakta olan iki kişiden biri. Konuşmasının tonuna, vurgusuna bıçkın bir hava vermeye çalışıyordu ama gırtlağından çıkan ses o kadar cılızdı ki, inandırıcı olamıyordu. "O değildir," diye karşı çıktı öteki, "Çeto Abi'yi vurmak kolay mı oğlum? Tek başına kaç kişiyi katladı gözümüzün önünde." Gürültüleri duyan kel polis konuşmayı kesip, seslerin geldiği yöne baktı. Bakar bakmaz da teşhis etti gelenleri. "Tinerciler! Bir bunlar eksikti." Bana sorma zahmetine bile katlanmadan birkaç adım öne çıktı, iki elini de havaya kaldırarak. "Hey, girmeyin bu sokağa," diye bağırdı. Tinerciler pek iplemediler bizim kel polisi, cesede yaklaşmayı sürdürdüler. "Size söylüyorum duymuyor musunuz?" diye daha sert bir şekilde bağırdı. Elimle, omzuna dokundum. "Bırak gelsinler, belki bir şeyler görmüşlerdir." Polis şaşkınlıkla yüzüme baktı. "Ama Başkomserim, bunların hepsi hayal aleminde. Tineri çekmiş uçuyorlar. Onların söylediklerine nasıl güvenebiliriz?" "Hele bir dinleyelim de, güvenip güvenmeyeceğimize sonra karar veririz." Çocukların birinin sırtında, kolları olmayan kırmızı, deri bir pardösü vardı, ötekinde kirden rengi seçilmeyen bir ceket. İkisi de aynı yaşta gösteriyordu. Kaç yaşında derseniz, bunu söyleyemem; on ile on beş arasında herhangi bir yaşta olabilirlerdi. İkisi de aynı anda yaklaştılar cesede. Ama ilk tepkiyi veren deri pardösülü oldu. "Ha siktir," diye bağırdı, "doğruymuş lan, bu Çeto Abi be!" Ettiği küfür de, şaşkınlığı da samimi olmasına rağmen, bu çocuğun ağzında bir türlü sahicilik kazanamıyordu. "Vay a.... koyayım," diye söylendi öteki burnunu çekerek, "Harbiden vurmuşlar Çeto Abi'yi." Yanlarına yaklaştığımda ikisinin de gözleri yerde yatan cesedin üzerindeydi. "Tanıyor musunuz onu?" diye sordum. Ses tonum ne buyurgandı, ne de uyarıcı; onlarınki gibi şaşkın ve kederliydi. Belki de bu yüzden, hiç duraksamadan yanıtladılar. "Tanımaz mıyız, o bizim abimizdi, babamızdı," dedi pardösülü olanı. "Beyoğlu'nun en güzel abisiydi," diye sürdürdü öteki. "Bir daha onun gibisi gelmez buralara." "Kim vurmuş olabilir Çeto'yu?" diye sordum. Sanki uzun bir uykudan uyanmış gibi, irkilip yüzüme baktılar. Onlar sormadan ben açıkladım. "Bakın çocuklar, benim adım Nevzat, Başkomser Nevzat. Cinayet masasından. Size bir kötülüğüm dokunmaz. Çetin'i öldüren adamları yakalamak istiyorum. Mademki Çetin'le aranız iyiydi, bana yardım etmeniz gerek. Yoksa gözleri açık gider zavallının."
Ahmet Ümit
|
|
|
|
|
|
|
|
|