|
Adım adım, liman liman Batı Akdeniz
|
|
İtalya'ya doğru ilerliyoruz. Sağımız deniz. Ama solumuzda karanın ışığı eksik olmuyor. Aklıma Braudel geliyor; "Akdeniz Dünyası". Doğrusu bu güverteden ayrılmak zor.
Nerede kalmıştık? "Üstümüzde dolunay, altımızda Akdeniz". Tam yol ilerliyoruz. Saat gece yarısını bulmuş, gemi hareketinin yarattığı tatlı bir esinti, sanki yüzümüzü okşuyor. En üst arka güvertede 19. yüzyıldan kalma bir fotoğraf gibiyiz. Tik ağacı şezlonglara uzanılmış, içkiler yudumlanıyor. İtalya'ya doğru ilerliyoruz. Sağımız deniz. Ama solumuzda karanın ışığı eksik olmuyor. Aklıma Braudel geliyor: "Akdeniz Dünyası". Bu büyük denizin alternatif tarihini yazan Fransız ne diyor? "Akdeniz bir denizler bütünüdür. Hayatı karanınkine karışmıştır. Akdeniz aynı zamanda zeytin ağaçlarının, üzüm bağlarının da denizidir. Provence atasözü "lanso la mare a tente'n terro/denizi methet ve karada dur" der! İşte bizim de halimiz o hal. Gece ilerliyor. Yol yorgunu yolcuların çoğu kamaralarına çekiliyorlar. Etrafı kolaçan ediyoruz. Gece kulübü, bar artık boşalmış gibi. Yatmadan kamaranın verandasındaki şezlonga uzanayım diyorum. Rüyamda Portekizli kaşiflerle uzun bir deniz yolculuğuna çıkmışım. Haber veriyorlar: Arkeolojik kalıntılarla dolu yere geldik. Uyanıyorum. Sabahın ışıkları, gemimiz demir atmış: Portofino. Şimdiye kadar hep karadan gördüğümüz efsane köyü bu kez denizden göreceğiz. Nasıl? Bir yeryüzü cenneti. "Canım, şu da keşke burada olmasaydı" diyeceğimiz ya da "keşke bir de şu olsaydı" diye ekleyeceğimiz hiç bir şey yok. Her şey tam.
HER ŞEY ÇOK KEYİFLİ Son geldiğimde yerlilerin hakimiyetinde bir sükunet hatırlıyorum. Oysa şimdi tıklım tıklım turist. Bizim Silversea- Shadow koyun açığına demirlemiş. Sağımız solumuz vızır vızır. "Herhalde" diyorsunuz, "bu köy 50 metreden küçük teknelere kapalı." Şu teknelerin sahipleri nasıl insanlar, bu işin tadını nasıl çıkıyorlar? Hüsran. Tümünde ortalıkta mürettebat var. El sallayanlar bile... Bir kaç tanesi de dürbünle mukabelede. Tekne sahipleri? Onlar ortada yoklar! Kahvaltımızı güvertede alıyoruz. İstikamet kara. Geçen kapalı olan Splendido'ya tırmanacağız. Tüm İtalya'nın en havalı bir kaç otelinden birisi. Sadece yazın açık. Nihayet menzildeyiz. Portofino gündemimiz aylaklık. Gemiye dönüşümüzde akşam yemeği için şıklık öneriliyor. Hep birlikte 19. yüzyılın deniz yolcuları gibi davranılacak. Yani smokinler, tuvaletler... Kaptanımız da salondaki yerini alıyor. Bir deniz yolculuğu için insanı şaşırtacak iddiada bir menü. Ana yemeğin hazırlanışı ile ilgili bilgi isteyince kaptan müdahale ediyor. Bu izahı yöneticinin vermesini talep ediyor. O da ne, hoş bir sürpriz: Genç, işine sahip bir vatandaşımız, Ali Yılmaztürk, fevkalade profesyonel bir bilgi iletip gidiyor. Gurur duyuyoruz. Ertesi sabah St. Tropez'deyiz. Bakıyoruz, "Tanrı kadını gerçekten burada mı yarattı" diye. Belli ki şirin bir köy iken zıvanadan çıkmış. Ölçeği kaçmış. Yollarda nadir Rolls Royce ve Bentley modelleri, limanda "gemi büyüklüğünde tekneleri olan" genç Ruslar. İyi bizim kültür bakanı burada yok! L'Auberge de Maures köy içinin iyi lokantası imiş. Gemiye ucu ucuna dönülüyor. Cote d'Azur'da ilerliyoruz. Önce Sete. İri bir balıkçı kasabası. Festivalinin içine düşüyoruz. Bandolar, müzisyenler... Bütün kasaba içiyor, eğleniyor. Belediye başkanı nutuk atıyor. Gemiye dönünce kaptanın notunu buluyoruz. Hava koşulları nedeniyle Port Vendres yerine Toulon'a gideceğimizi bildirip özür diliyor. Arabaya atlayıp Aix en Provence gidiyoruz. Burası bir öğrenci şehri. Bir zamanlar Avrupa'sının önemli üniversitelerinden. Tabana kuvvet, tarihi merkez tavaf ediliyor. Aç bilaç gemiye dönüyoruz. Bu aslında iyi. Çünkü akşama Le Champagne'de rezervasyonumuz var: Silver Shadow'un iddialı lokantası. Topu topu 8 masa. Özel menüsü ile... Silversea'de topu topu 300- 350 yolcuya hizmet veren 200 civarında personel var. Yani geminin her neresinde olursanız olun, aldığınız servis çok iyi. Le Champagne' a dönersek, uluslararası bir mutfak, Sommelier'mizin düzeyi ise şaşırtıcı. Sanki yıldızlı bir lokantada şarap servis olunuyor. Ertesi gün açık denizdeyiz. Gün sporla, masajla, bakımla geçiyor. Ertesi sabah Livorno. Burası, Toskano'nun limanı. 1610 yılı kayıtlarına göre bir yıl içinde 2500 küçük tekne giriş yapmış. Nasıl bir ticaret trafiği varmış düşünün! Artık geldik son geceye. Veda faslı. Adresler telefonlar teati olunuyor. Yeni programlar için sözleşenler bile var, "Venedik Klubü" Üyeleri. Onlar Silversea'nin devamlı yolcuları. Son durak Civita Vecchia. Eski Roma'nın limanı. Bu denli memnun kaldığımız bir güverteden ayrılmak zor. Son kahvaltı masası. Bir haftadır bize servis veren arkadaşlarla vedalaşılıyor. Koşar adım Roma'ya gidiyoruz. Favori adresimiz Hilton Cavalieri. Otel iyi, manzara muazzam ama çatıdaki lokantaları inanılmaz! Artık aşçıbaşı, İtalyan mutfağının Alman yıldızı Heinz Beck'le akraba olduk. İstanbul'a davet ediyoruz. "İsterim ama ayrılamam ki" diyor. Mutfak, servis o kadar iyi ki. Buna ihtiyacımız vardı. Karada da kendimizi iyi hissetmek için...
|