Altaylı ile ormanda mahsur kaldım!..
Fatih Altaylı'yla otomobil testlerine çıkıyoruz. Ama bu haftaki gerçekten ilginçti. Otomobil çamura battı; ormandayız... Ben ve o baş başa, telefonsuz, parasız... -Fatih Bey, o odun niye elinizde? -Vahşi köpekler var burada Rahşancığım...
Otomobil manyağıyım. Direksiyon başında aklımı kaçıracak gibi oluyorum. Kendimi en huzurlu hissettiğim yer; otomobilimin direksiyonu. Orada ağlarım, orada sevgilimle kavga ederim ve orada insanlardan kaçarım. Üç yaşımdan beri sebebini bilmediğim bir şekilde otomobil manyağıyım. Son 10 yıldır da otomobil yazıları yazıyorum. Dünyanın dört bir yanında otomobil testlerine katılıyorum. Şimdilerde de pazar günleri Fatih Altaylı ile bir otomobil sayfası hazırlıyoruz. Onu asiste ediyorum. Her perşembe, Altaylı ailesinin evinde tatlı bir telaş başlıyor. Çünkü ben kara bir gölge gibi sabah 9'da tepelerine çöküyorum. Çok iyi insanlar. Sanırım günlerce hazırlık yapıyorlar... Önce güzel bir kahvaltı yapıyoruz. Ardından da o hafta Fatih Bey hangi otomobili test etmişse gidip fotoğraflarını çekiyoruz. Bu arada da çok eğleniyoruz. Aslında zaman zaman bu işin erkek işi olduğunu düşündüğünü hissediyorum. Ama öyle çok eğleniyorum ki sesimi çıkarmıyorum...
NE OLABİLİRDİ Kİ... Geçen hafta kurbanımız bir Volkswagen Touareg idi. Yani iri bir arazi aracı. Kozyatağı'ndan Kemerburgaz'a gitmek için karga bokunu yemeden kalkıp, korkunç sabah trafiğine giriyorum. Bu arada beni bekleyen mükemmel kahvaltının hayaliyle muhatap oluyorum. İşte geçen perşembe de, Altaylı ailesi sıradan bir Rahşan Gülşan sabahı yaşıyordu. Her şey normaldi. Ben peynirlere olan ilgimi bitirip, reçellere yönelmiştim, Fatih Bey "Haydi" dedi. Fotoğraf makinem ve ben kapıda hazırdık. Sonra felaketlerden önce söylenen ünlü sözlere benzeyen şu cümleyi söyledi: "Keşke ayağına spor ayakkabı yerine bot giyseydin" ben de felaket filmlerinde ilk ölecek şişman, çirkin kız gibi konuştum (tek avantajım zenci olmayışımdı) "İki dakika fotoğraf çekip geleceğiz, ne olabilir ki?" 15 dakika sonra, bir gece önce yağan ağır yağmurun etkisiyle balçık olmuş ormanda idik. Kızlar bilirsiniz, Türk erkekleri çok çabuk gaza gelir. İstediğiniz bir şeyi yaptırmak için onu havaya sokmanız yeterlidir. Fatih Altaylı çok güzel otomobil kullanıyor ve çamurda kayarak gitmek benim çok eğlendiğim bir şey. Otomobil kaydıkça gazı verdim, kaydıkça gazı verdim... Giderek hızlanıyorduk ve kayıyorduk. Bir o yana bir bu yana kaydık ve sonunda "Hayda" diye incecik yolun kenarındaki ağaçların içinde bulduk kendimizi. Otomobil tamamen çamura saplanmıştı ve yapacak bir şey yoktu. Dağın tepesindeydik, cep telefonumuz ve paramız yoktu. Benim de ayağımda spor ayakkabılarım vardı... Neyse otomobilden indik. "Fatih Bey, birkaç kilometre önce bir iki tuğla görmüştüm, isterseniz onları alıp lastiğin altına yatak yapalım..." Bu öyle kritik bir andır ki, yanınızdaki adama daha önce Amerika'da Colorado dağlarında off-road yaptığınızı, her haltı bildiğinizi, göbek adınızın macera olduğunu ispatlamanız gerekir. O noktada onun kadar hızlı yürür, tüm acılara göğüs erersiniz. Ormanın ortasında baş başa ve onun hızında yürüyorduk (İnanılmaz hızlı yürüyor, bayılmamak için kendimi zor tuttum). Bu romantik bir durum gibi görünse de resim çok komikti: SABAH gazetesinin en önemli transferi Fatih Altaylı, SABAH gazetesinin ve Türk basınının en ağır kalemi Rahşan Gülşan ile bir ormanda yürüyor. Altaylı akşam Başbakan'a önemli sorular soracak, gündemi değiştirecek ama şimdi muhteşem ikilinin tuğla filan bulması gerekiyor.
AYAKKABIM SUDA KALDI Bu arada bir su birikintisine geldik. İşte tuğlalar suyun karşı kıyısında. Bir kahramanın sudan geçmesi gerekiyor. Baktım Altaylı yandan filan geçmeye çalışıyor. İyi de ben oraya tırmanamam ki. Sudan geçerim diye düşündüm. Allah'ım boğuluyorum... Ayaklarım dizime kadar balçığa battı. Ayakkabımın biri suyun içinde kaldı. Gülmekten kırılıyoruz. Bu arada Fatih Bey'in elinde bir odun parçası var. "O nedir?" Fatih Bey, diyorum; "Vahşi köpekler için" diyor. Yani durum bu denli kritik. Kim takar çamuru balçığı. Ayakkabımı el yordamıyla suyun içinde bulup "Vırç, vırç" sesleri eşliğinde Altaylı'nın kıçının dibinden ayrılmadan yürüyorum. Benim ayaklarımdan akan çamurlara bakıp gülme krizi geçiriyoruz. Kilometrelerce yürüyüp bir inşaata vardığımızda artık yüzümüz gerçekten gülüyor. İnşaattakiler şaşkın: Fatih Altaylı ve şişman bir kadın ormandan geliyorlar. Ellerinde bir odun ve her yerleri çamur içinde! Kendimizi bir traktörün üzerinde enkazın bulunduğu koordinatlara ilerlerken buluyoruz. Artık gülmekten bitkiniz. Bu arada eşi Hande'ye ulaşıyoruz, 10 dakika sonra o da geliyor. Ama ilk reaksiyonu bildiniz- gülme krizi... Şu anda Fatih Altaylı'nın salonunda yatıyorum. Hande bana soğuk algınlığı ilaçları veriyor. Sakin bir şekilde uyumaya çalışıyorum, ama gözümün önüne odunlu fotoğraf geliyor... Gülüyorum...
|