| |
Haftaya bugün 3 Ekim...
Kervan yürüyor. 1987'de Turgut Özal döneminde "tam üyelik" başvurusunu yapan Ali Bozer'in Fransızca açıklamaları daha dün gibi kulağımda... Özal'ın AB sürecini "uzun ince bir yol" diye tanımlaması da... 1995'te Türkiye'yi "rekabet üreten" bir ülke haline getiren ve derinden dönüştüren "Gümrük Birliği" antlaşmasının hayatımıza girişi... 1999'da Helsinki'de "aday üye" ilan edilmemiz... 17 Aralık 2004'te alınan "müzakerelerin" başlama kararı... Ve haftaya bugün, tam üyelik "müzakerelerinin" başlayacak olması... Sürecin muhaliflerinin yalan dolanlarına, engellemelerine rağmen hayat, gitmesi gereken yönde gidiyor.
"Olmaz, almazlar, etmezler" yalanlarına rağmen geniş bir zaman dilimini gözeterek sakin bir şekilde geçmişe bakarsanız, işlerin kendi rayında yürüdüğünü görüyorsunuz. Hayatı okuyamayanlara, siyasal çıkarlar nedeniyle yalan söylemekten çekinmeyenlere anında bir yaptırım yok belki... Ama hayat, zamanın akışına direnenleri her zaman tasfiye eder. Türk insanının zenginleşmesini ve özgürleşmesini sağlayan bu sürece bugüne kadar çomak sokmak isteyen herkes, çok da uzak olmayan bir dönemde hayatın gerçekleriyle çeliştikleri için silinip gidecekler. Zaten silinmekteler de... GB'den başlayarak ülkedeki değişim temposunu artıran AB süreci, bizdeki "iç sömürge yapılanmasını" kırarak eritiyor. Neler olup bittiği ve nasıl muazzam bir değişim yaşandığı, zaman içinde daha bilinçli bir şekilde kavranacak. Aslında sorulması gereken soru şu: "AB süreci olmasaydı, Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları nelerden yoksun kalacaktı?" Bunun ayrıntılı bir cevabı, değişimin de hacimli bilançosunu veriyor.
3 Ekim, müzakerenin başlangıcı... Ama asıl anlamı bu değil. Asıl anlamı Türkiye'nin AB içine bir daha çıkmamak üzere girmesi... Provokasyonlar, engellemeler, yalanlar dolanlar bu yeni dönemde de tabii ki sürecek. Türkiye'nin AB'deki karşıtları ile Türkiye'deki AB düşmanları ezile ezile yenildiklerini görmelerine rağmen işbirliğine ve sonucu olmayacak safsatalara devam edecekler ama zaman aktıkça bu düşmanlıklar iyice anlamsız ve amaçsız kalacak. Türkiye ta Bizans'tan beri değişmeyen "üretim biçimini" de bu müzakere sürecinde çağdaşlaştıracak.
Türkiye, 1622'deki Genç Osman döneminden beri reform yapmaya çabalar durur. Bu gayret hiçbir zaman "üretim biçimini" değiştirmeyi kapsamadığı için de kalıcı olmaz. Görüntü olarak kalır. 3 Ekim Türkiye'yi tamamıyla AB güvencesi içine almakla kalmayacak, 1622'den hatta Bizans'tan bu yana gerçekleştirilemeyen "üretim biçimi" dönüşümünü sağlayacak. Değişimin toplumsal iskeletini oluşturacak. Reform yapamayan, değişemeyen, ilerleyemeyen felçli yapı tuz buz olacak.
3 Ekim'i bürokratik bir tarih sananlar yanılmasın. 1995'teki GB'yi kağıt üzerinde yapılan bir antlaşma olarak yorumlayanlar bugün yanıldıklarını görüyorlar. Çünkü GB rekabet üreterek, sanayinin yapısını dönüştürerek, ihracat yapısını farklılaştırarak, değer üretmekte yetersiz kalanları tasfiye ederek yüksek şiddetli bir deprem yarattı. Bunu hâlâ okuyamayanların yaşam güçlükleri ise gitgide çoğalmakta... GB'nin böylesine ciddi bir dönüşüme uğrattığı Türkiye'yi müzakere süreci hangi noktaya taşıyacak varın siz düşünün. Yabancı sermayenin akmaya başlaması, AB'nin teknik ve mali imkânlarının burayı iyice sarmalaması, artık "onlar" ve "biz" ayrımının bilinçaltından silinmesi... Sıralamakla bitecek gibi değil. Hepimiz Mustafa Reşit Paşa'yı ve Tanzimat Fermanı'nı, Cumhuriyet'in modernleşme çabalarını ezberleyerek büyüdük. 3 Ekim, Tanzimat'tan da, modernleşme çabalarından da çok daha köklü, demokratik, çoğulcu ve toplumu kapsayan bir dönem... Çünkü bir türlü kırılmayan "makûs talih", bu yeni süreç üretim biçimini dönüştüreceği, insanı zenginleştirip özgürleştireceği için şimdi kırılacak. Tabii ki bunun çilesine, sıkıntısına, zahmetine kırılmadan, küsmeden, darılmadan sabırla katlanmamız halinde...
|