| |
3 Ekim'de bebek sağlıklı doğacak mı?
Avrupa Birliği liderleri 17 Aralık 2004'te Türkiye'ye müzakerelerin başlaması için 9 ay 20 gün sonraya randevu vermişlerdi... Hamileliğin son günleri geldi, sancılar sıklaştı. Ancak onca hekimin muayenesine, onca ultrasona rağmen hâlâ bebeğin sağlıklı doğup doğmayacağı bilinmiyor....
Avrupa Birliği Daimi Temsilciler Komitesi, Rumlar'ın engellemesi nedeniyle Karşı Deklarasyon'u dün de onaylayamadı. Sorun değil; Papadopulos bile "Müzakerelerin 3 Ekim'de başlamasına karşı çıkan yok" dediğine göre, nasıl olsa yayınlanır. Ancak Kuzey Kıbrıs'ta asıl Başbakan Erdoğan'ın New York'ta yaptığı açıklama nedeniyle kıyamet kopuyor. Erdoğan o demecinde, "Kıbrıs'ta iki ayrı devletli konfederasyondan başka bir çözümün kabul edilemeyeceğini" bildirdi. Kıbrıslılar bunun "dil sürçmesi" olduğuna , "federasyon" yerine yanlışlıkla ağzından "konfederasyon" sözcüğünün çıktığına inanmak istiyorlar. Bir varsayımları da, Erdoğan'ın federasyon ile konfederasyon arasındaki farkı bilmemesi. Ancak iki olasılık da sözkonusu değilse, Erdoğan bilinçli biçimde "konfederal çözüm"den söz ettiyse, bu Kıbrıs politikalarında köklü bir değişiklik anlamına geliyor. Daha doğrusu, Rauf Denktaş'ın politikalarına dönüş! Zira BM Genel Sekreteri Kofi Annan'dan canlandırması istenen çözüm planı, adada federasyon öngörüyor. Geçen yıl 24 Nisan'da referanduma sunulan model de federasyona dayalıydı! Bu koşullarda, AB'nin Karşı Deklarasyonu'nda Rumlar'ın şiddetli itirazlarına rağmen yapılması kesinleşen "Kıbrıs sorununun çözümü konusunda BM çatısı" na atıf, anlamını yitirecek ya da boşlukta kalacak. Zira, Türkiye'nin federasyona dayalı çözümden vazgeçmesi, Annan'ın elini kolunu bağlayacak. Buna da en çok Annan planını mevcut haliyle reddeden Papadopulos sevinecek herhalde. Çünkü Ankara açısından "dengeleyici" formül olan bu ifade hükmünü yitirirse, Karşı Deklarasyon'da sadece "Tüm üye ülkelerin tanınması katılım sürecinin gerekli bir unsurudur", "Protokol'un tam uygulanmaması halinde ilgili müzakere başlıkları açılmayacaktır", "Ayrıca bu durum müzakerelerin genelini de etkileyecektir" gibi Türkiye açısından olumsuz ve can sıkıcı öğeler kalacak. Erdoğan'ın demecine vakit yitirmeden açıklık getirilmezse, durduk yerde başımıza dert açacağız. Hem de enerjimizi başka dertlerle uğraşmaya saklamamız gereken bir zamanda.
Asıl sorun Çerçeve Belge O dertlerin en başında yine bir türlü kesinleşmeyen "Müzakere Çerçeve Belgesi" geliyor. AB Komisyonu'nun 29 Haziran'da üye ülkelere ilettiği taslak metinde, kimin ne gibi değişiklikler istediği hâlâ bilinmiyor. Daimi Temsilciler Meclisi'nde bugün belki ele alınabileceği belirtilen belgenin mevcut hali bile Dışişleri Bakanı Gül'ün ifadesiyle, "Ağır bir ton" taşıyor. İşte birkaç örnek: * "Türkiye'nin Kıbrıs Cumhuriyeti de dahil, AB üyesi devletlerle ikili ilişkilerini normalleştirme yolunda ilerleme kaydetmesi..." * "Ortaklık Anlaşması'nı tüm yeni AB üyesi devletlere genişleten Ek Protokol'den doğan yükümlülüklerini yerine getirmesi..." * "Birliğin Türkiye'yi hazmetme kapasitesinin göz önünde bulundurulması..." * "Uzun geçiş süreleri, derogasyonlar, özgün düzenlemeler veya daimi koruma tedbirleri öngörülebilmesi..." * "Kapatılmış fasıllar için de Komisyon'un yeniden müzakere açılmasını tavsiye edebilmesi..." Bir de bunlara örneğin Kıbrıs konusunda daha sert ifadeler serpiştirilirse ya da Avusturya'nın istediği "Tam üyeliğin dışında bir alternatif"ten söz edilirse, 3 Ekim'de Lüksemburg'ta masaya oturmak iyice zora girecek. Ya da oturulduğu gibi kalkılacak. Rumlar'ın AB'yi adeta rehin aldığı doğru. Ancak ekmeklerine yağ sürmemek için Ankara'daki yetkililerin de dil sürçmelerine ya da hatalı adımlara karşı son derece dikkatli olmaları gerekiyor. Özellikle şu son iki haftada.
|