| |
Acaba Chirac bizi neden öptü?
Avrupa Birliği Dönem Başkanı İngiltere'nin Fransa'yı 3 Ekim'de müzakerelerin başlamasından önce Kıbrıs'ın tanınması koşulundan vazgeçirmesi elbette sevindirici bir gelişme. Ancak aklımıza takılan bir soru var: Fransa bu geri adım karşılığı acaba bir şeyler kopardı mı?.
Sürprizi ilk duyuran "Financial Times" gazetesi oldu. Ardından da uluslararası haber ajansları: AB dönem başkanı İngiltere günlerce süren temaslar sonunda Fransa'yı ikna etti. Buna göre, Türkiye'nin Kıbrıs'ı tanıması artık müzakerelere başlamanın değil, tam üyeliğin koşulu olacak. AB Daimi Temsilciler Komitesi'nin (Coreper) yarın Brüksel'deki haftalık toplantısında kesinleşmesi beklenen "Karşı deklarasyon"da konunun Türkiye'nin de karşı çıkmayacağı bir formülle geçiştirileceği anlaşılıyor. İlk taslak metinde yer alan Türkiye ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasındaki ilişkilerin "Hukuki ( de jure ) normalleştirilmesi" ifadesinden "Hukuki" sözcüğü çıkarılıyor. Ayrıca yine ilk metindeki ilişkilerin "Başarılması mümkün olduğu zaman" normalleştirilmesi ifadesi de "Mümkün olan en kısa sürede" diye değiştiriliyor. Daha da önemlisi, Kıbrıs'a özel vurgu yapılmadan "Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasının ön şartı, bütün üye ülkeleri tanımasıdır" denilerek, adada çözümle doğacak yeni devletin tanınmasına açık kapı bırakılıyor. İyi ama Cumhurbaşkanı Chirac, ardından Başbakan Villepin, onun ardından Dışişleri Bakanı DousteBlazy'nin "Türkiye, Kıbrıs'ı tanımadan müzakereler asla başlayamaz" açıklamalarıyla kendini sıkı sıkıya bağlayan Fransa'nın bu şaşırtıcı yumuşamasının ardında ne olabilir? Aklımıza üç olasılık geliyor: 1- Beynindeki kılcal damar çatlaması nedeniyle bir gözünde geçici (birkaç saniyelik) körlük meydana gelmesi üstüne hastaneye kaldırılan Chirac'ın dünyaya bakışının değişmesi. Bu olumlu değişiklikten Türkiye'nin de nasiplenmesi. Ya da Ankara'dan gönderilen "Geçmiş olsun" dileklerinin onda duygusal deprem yaratmış olması. Mümkün mü? Yanıtımız: Olacak şey değil. 2- Siyasilerin ve köşe yazarlarının sürekli vurguladıkları gibi (en son dün Le Monde Genel Yayın Yönetmeni Jean-Marie Colombani yazısında uzun uzun anlattı) 29 Mayıs'taki Avrupa Anayasası referandumundan sonra Fransa'nın AB'de ağırlığını yitirmesi ve artık sözünü geçirememesi. Yanıtımız: Burnu büyük Chirac'a böyle bir şeyi dünyada kabul ettiremezsiniz. 3- Fransa'nın bu yumuşama ya da ödün karşılığında "bir şeyler" almış olması. Yanıtımız: Olabilir. Hatta hayli güçlü bir olasılık bu. En azından böyle bir kuşkumuz var.
Çerçeveyi delme girişimi Fransa'ya birşeyler verilip verilmediğini ya da ne verildiğini anlamak için "Müzakere Çerçeve Belgesi"ni görmemiz gerekecek. Bugüne kadar hiçbir aday ülkeye yapılmayan muameleyle onayı neredeyse son güne bırakılan bu belgede 17 Aralık 2004 Brüksel zirvesinde çizilen çerçeveden farklı bir unsur yer alırsa, bilin ki Fransa sağ gösterip sol vurmuş olacak. 17 Aralık'ta çizilen çerçeveyi hatırlatalım: "Müzakerelerin ortak hedefi katılımdır. Müzakereler, sonucunun önceden garanti edilemeyeceği açık uçlu bir süreçtir. Kopenhag Kriterleri'nin tümü göz önünde bulundurulduğunda, şayet aday ülke üyelik yükümlülüklerinin tümünü üstlenememe durumunda olursa, sözkonusu adayın Avrupa yapılarına mümkün olan en güçlü bağlarla kenetlenmesi sağlanmalıdır." Doğrusu Alman Hıristiyan Demokratları'nın "İmtiyazlı ortaklık" önerisine can simidi gibi sarılan Fransa'nın son dakikada bu çerçeveye "AB'nin sindirme yeteneğine bağlı olarak Türkiye için tam üyelik dışında seçenek de öngörülebilir" türünden bir cümle sıkıştırılmasını istemesi olasılığını düşük görmüyoruz. O nedenle son pazarlıkları New York'ta yapılacak belgeyi sabırsızlıkla bekliyoruz. Bir hayli de tedirginlikle...
|