Reichstag'ı kim yaktı?
Alman Parlamentosu Reichstag, 1933 yazında alevler içinde kaldığında, Naziler'in Berlin'de iktidara yürüyüşünün ayak sesleri de duyulmaya başlamıştı. Önce tüm Almanya'yı, sonra kıta Avrupasını yakıp yıkan yangın, ateşini Reichstag'tan aldı... İyi de, Reichstag'ı kim yaktı?.. Hitler ve Naziler kundaklamadan, komünistleri ve sosyal demokratları sorumlu tuttular. Bulgar komünist eylemci Georgi Dimitrov'u suçlu ilan ettiler. Böylece, komünistlerden sosyal demokratlara dek tüm bir sol cepheye karşı zulüm makinesini işletmenin gerekçesini de bulmuş oldular. Bu olay, Berlin'de iktidarın önündeki Brandenburg Kapısı'nı da sonuna kadar açtı Naziler'e. Ne var ki, Reichstag yangını sanığı olarak mahkum edilen Dimitrov'un görkemli savunmasını tarih doğruladı. Yangını Dimitrov çıkarmamıştı. Ama Naziler için atı alan Üsküdar'ı çoktan geçmişti. Provokasyon Hitler'i kanlı diktatörlüğünün zirvelerine taşımıştı bile... O halde, aklın yolu birdi. Reichstag yangınını Naziler, kendileri çıkarmıştı. Komplonun altındaki imza Adolf Hitler'e aitti. Acaba? Fritz Tobias ve Henning Kohler başkanlığındaki araştırmacılar grubu, son yayınladıkları kitapla, Reichstag yangınını komünistlerin de, Naziler'in de çıkarmadığını ortaya koydular. Olayın tek bir sorumlusu vardı. Marinus Van Der Lubbe adlı genç bir Hollandalı anarşist... Ve belli ki Reichstag'da çaktığı kıvılcımın, sonradan tüm Avrupa'yı kasıp kavuracak bir yangına yol açacağını düşünmeden düzenlemişti bu eylemi. Ama neye yarar? Milyonlarca insan, Naziler'in istila ve cinayet makinesinin paletleri altında ezilerek heder olup gitmişti. Gerçeği öğrenmek için artık çok geçti. İşte size soru: Katil kim? Marinus Van Der Lubbe mi? Adolf Hitler mi? Ya da böyle bir sorunun Ağustos 1995'te sorulmasının ne anlamı var? Hem de Türkiye'de. Sorular uzar gider. Ama yanıtlar bizi mutlaka bir sonuca götürür. Ve bu soruları sormanın, hem de Türkiye'de sormanın bir anlamı vardır. Yakın tarihini komplo teorilerinin, provokasyonların, kontrgerillaCIA tezgahlı kışkırtmaların kan kızılı gergefiyle dokuyan Türkiye'de gerçeği bilmenin önemi tartışılabilir mi?.. Abdi İpekçi'yi kim ya da kimler öldürdü? 1 Mayıs 77 toplu katliamının arkasında kim ya da kimler vardı?.. Ecevit'i kim ya da kimler öldürmek istedi?.. Hamido'ya bombalı paketi kim ya da kimler gönderdi?.. Bu olayların her biri büyük 12 Eylül yangınının kıvılcımları oldular. Daha yakınlarda yaşayıp geldiğimiz, etnik ve mezhep kökenli çatışmaların altına dökülen benzin bidonlarını karanlıkta kim taşıyor?.. Daha büyük yangınlara kim sürüklemek istiyor ülkeyi?.. Bu sorular esrarengiz ve heyecan vericidir. Ama bizi gerçeğe ne kadar yaklaştırır, ne kadar uzaklaştırır? Reichstag yanmasaydı, Abdi İpekçi ölmeseydi... Sonuç değişecek miydi?.. Reichstag belki de gerçekten provokasyondu... İpekçi cinayeti de belki gerçekten bir oyunun parçası... Ötekiler de... Belki... Ama komplo teorileri ve provokasyon hikayelerinin heyecanlı, ama kolay teslim törenlerinde elleri yukarı kaldırırken unuttuğumuz ne çok şey var... Uygun zeminler olmasaydı, uygunsuz oyunlar oynanabilir miydi? Zeminleri değiştirmeye çalışmanın zahmetli uğraşına girmek yerine polisiye öykülere kulak kabartınca, zeminleri sarsarak yaklaşan ayak sesleri de duyulmaz olur elbette... Brandenburg'tan da öyle girdiler zaten... (Tam 10 yıl önce kaleme aldığımız yazı... Gerekli görüldüğü için, yeniden...)
|