"Anayasa yamalı bohça haline getirildi"
Yargıtay Başkanı Osman Arslan, yapılan değişikliklerle Anayasa'nın, ''yamalı bohça'' haline getirildiğini ifade ederek, ''Anayasa'nın yargı bölümü de dahil olmak üzere yeni bir metin olarak düzenlenmesini gerekli görüyoruz'' dedi.
Arslan, Yargıtay'da düzenlenen törende yaptığı konuşmada, devletin, yasama, yürütme ve yargı olmak üzere üç temel organ ve güçten oluştuğunu belirterek, Anayasa'nın, organların işbirliği içinde çalışmasını öngördüğünü söyledi.
Anayasa'da ayrıca organlar arasında üstünlük sıralaması bulunmadığının
da kesin şekilde vurgulandığını ifade eden Arslan, ''Anayasa'nın açık hükmüne karşın, güçler arasında üstünlük iddialarının ileri sürüldüğü görülmektedir. Bu yöndeki tutum ve davranışları, doğru ve ülke yararına bulmuyoruz. Üstün norm olan anayasa kuralına, öncelikle devlet yetkisini kullanan organların ve kişilerin saygılı olması gerektiğini düşünüyoruz'' diye konuştu.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 10, Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'nin 14 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHM) 6. maddelerinde, adil yargılanma hakkı için bağımsız ve tarafsız mahkemelerin varlığının temel şart olarak öngörüldüğünü kaydeden Arslan, teminatlı olmayan bir hakimin bağımsızlığından söz edilemeyeceğini, bağımsız ve teminatlı olan hakimin aynı zamanda tarafsız olması gerektiğini ifade etti.
Arslan, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Hakim, yasama ve yürütme organlarına karşı bağımsız olmalı ve korunmalıdır. Toplu mahkemelerde hakim, diğer üyelere karşı da bağımsız olmalıdır. Hakimler, doğrudan veya dolaylı baskı, etki, tehdit ve teşvike kapalı olmalı, anayasa, kanun, hukuk ve vicdani kanaatlerine uygun olarak karar vermelidirler. Hakim bağımsızlığı ve teminatı, yargılama işlevini yerine getiren hakimler için bir ayrıcalık olmayıp, yargılananlar için adil yargılanma hakkının güvencesidir. Bağımsız ve teminatlı olmayan bir mahkemenin, adalet dağıtması, temel insan hak ve özgürlüklerini koruması mümkün değildir.
Hakim bağımsızlığı ve teminatına ilişkin hükümler, temel insan hak ve özgürlükleri ile doğrudan ilgili olduğu için uluslararası sözleşme ve bildirilerde yer almış ve korunmuştur. Ülkemizde yüksek mahkemeler yönünden, hakim bağımsızlığı ve teminatı tam olduğu halde yerel mahkemeler yönünden eksiktir. Hakim bağımsızlığı ve teminatı, hukuk devleti olmanın 'olmazsa olmaz' şartını oluşturmaktadır. Bağımsız, tarafsız, adil ve hızlı işleyen bir yargı, sosyal barışın, güven ve huzurun teminatı olduğu kadar, devletin de varlık nedenidir.''
''CUMHURİYET'İN KORUNMASINDA YARGI TARAF''
Arslan, Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin, ''demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti'' olduğunun belirtildiğini hatırlattı. Atatürk'ün, ''Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır'' sözünden, kimsenin kuşku duymaması gerektiğini vurgulayan Arslan, ''Cumhuriyet, Anayasa'da öngörülen nitelikleri korunarak yaşatılmalı, Cumhuriyet'in korunması ve yaşatılmasında yargının da taraf olduğu bilinmelidir'' dedi.
''DEVLETİN, DİNİ OLMAZ''
Osman Arslan, devletin temel niteliklerinden birisinin laiklik olduğuna, Anayasa'nın başlangıç bölümü ile 2, 4, 10, 14, 15 ve 24. maddelerinde laiklik ile ilgili hükümlere yer verildiğine işaret etti.
Anayasa'nın başlangıç bölümünde ''laiklik ilkesinin gereğinin, kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya karıştırılamayacağının'' açıkça vurgulandığını ifade eden Arslan, Anayasa'nın 24. maddesinde, 14. maddede öngörülen kısıtlamalar dışında din ve vicdan özgürlüğünün teminat altına alındığını anımsattı.
Yargıtay Başkanı Arslan, şöyle konuştu: ''Laiklik, dinin devlet işlerine, devletin ise din işlerine karışmaması, her ikisinin birbirinden ayrılması anlamına gelir. Laikliğin bu tanımı, iki öğeyi içermektedir. Bunlardan birincisi siyasaldır. Laik devlette, yöneticiler dini, din adamları da devleti yönetemezler. Her ikisinin görevi, işlevi ve amacı farklıdır. Devlet bütün dinlere ve mezheplere karşı aynı mesafededir. Laikliğin ikinci öğesi ise din ve vicdan özgürlüğünün teminat altına alınmasıdır. Din ve mezhep farklılığı nedeniyle ayrım yapılması, kişilerin dini ibadet, ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanması, ibadet yapmak isteyenlere engel olunması, kişilerin inanç ve düşüncelerinden dolayı kınanması, laik devlette cezai yaptırımlara bağlanmıştır.
Tüzel kişi olan devletin, dini olamaz. Din ve inanç, gerçek kişilere özgüdür. Halkımızın kutsal din duygularını kötüye kullanarak,laikliği dinsizlik olarak göstermek ne kadar yanlış ise Cumhuriyet'e, Atatürk ilkelerine bağlı olan ve dini gerekleri yerine getiren kişileri dışlamak ve çeşitli sıfatlarla nitelendirmek de o kadar yanlış bir davranıştır. Bu tür marjinal davranışların ülke bütünlüğüne, birlik ve beraberliğine zarar verdiği gözden uzak tutulmamalıdır.
Laiklik ilkesinin, milli birlik ve beraberliğin, uzlaşı ve toplumsal barışın ana unsuru olduğunun bilinmesi gerekir. Laikliğin koruyucusu yargıdır, Yargıtay'dır. Aklın ve bilimin ışığı altında, ülkemizi çağdaş ülkeler düzeyine çıkarmak, hepimizin hedefi ve özlemi olmalıdır.''
KANUNLARDAKİ DEĞİŞİKLİKLER
Atatürk'ün yaptığı devrimlerin en önemlisinin hukuk devrimi olduğunu belirten Arslan, hukuk devrimi ile yarı teokratik hukuk düzeni yerine, batıda uygulanan laik hukuk düzeninin benimsendiğini ve uygulamaya konulduğunu kaydetti.
Kanunlarda öngörülen kurallar ve hükümlerin durağan, buna karşılık toplum hayatının değişen ve gelişen bir yapıya sahip olduğuna işaret eden Arslan, zamanla kanunların değişen ve gelişen toplum düzenine uygun olarak yenilenmesi ve değiştirilmesinin zorunluluğuna dikkati çekti. Bunun bir süreç ve kanunların yeniden düzenlenmesinin bu sürecin devam etmesi olduğunu belirten Arslan, temel kanunların 80 yıldır Türkiye'de uygulandığını vurguladı.
''Ülkemizdeki uygulamalar ve batı ülkelerindeki düzenlemeler gözetilerek, yeni temel kanunların bilim adamlarımız ve hukukçularımız tarafından hazırlanabilmiş olmasını önemsiyoruz'' diyen Arslan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Yüce Atatürk, 'Türk, öğün, çalış, güven' demiştir. Temel kanunların ülkemiz insanları tarafından hazırlanması ve meclisimiz tarafından yasalaştırılması işlemini, hukuk alanında Atatürk'ün bu emrinin yerine getirilmesi olarak görüyoruz.
Hiçbir kanun mükemmel değildir. Zaman içinde kanunların değiştirilmesi kaçınılmazdır. Yürürlüğe konulan temel kanunlardaki işlemeyen ve aksayan hükümlerin zamanla değiştirileceği kuşkusuzdur. Kanunların eleştirilmesi de doğaldır. Yargıtay olarak bizim de katılmadığımız bazı hükümler temel yasalarda yer almıştır. Bunlar zaman içinde düzeltilebilir. 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, ülkemizde 79 yıl uygulanmış, bu süre zarfında adı geçen kanunda 68 kez değişiklik yapılmıştır. Bu nedenle, temel yasalara yönelik eleştirilerin yapıcı ve düzenleyici olması gerektiğini düşünüyoruz.''
Bölge adliye mahkemelerinin işleyişine yönelik önerilerde bulunan Arslan, bu mahkemelerin, Türkiye'nin her bölgesinde ve aynı anda faaliyete geçmesi gerektiğini ve Yargıtay'ın yeniden yapılanmasını zorunlu kıldığını kaydetti.
''ANAYASA, YAMALI BOHÇA HALİNE GETİRİLDİ''
Yapılan değişikliklerle, Anayasa'nın ''yamalı bohça'' haline getirildiğini belirten Arslan, ''Anayasa'nın yargı bölümü de dahil olmak üzere yeni bir metin olarak düzenlenmesini gerekli görüyoruz. İktidar ve muhalefet partilerinin uzlaşı ile değişiklikleri gerçekleştirmiş olmaları, bu konudaki ümitlerimizi ve beklentilerimizi güçlendirmektedir. Bu yönde yapılacak çalışmalara, Yargıtay olarak her türlü destek sağlanacaktır. Bütünüyle yenilenmediği taktirde Anayasa'nın yargı bölümünde değişiklik yapılması gerekli görülmektedir'' dedi.
Arslan, hakimlerin görevlerinin adli ve idari diye bölünüp, idari görevleri bakımından Adalet Bakanlığı'na bağlanmalarının bağımsızlık ilkesi ile bağdaşmadığını kaydederek, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na (HSYK) bağlı Teftiş Kurulu oluşturulmasını, hakim ve savcıların denetimi ile haklarında inceleme ve soruşturma yapılmasının HSYK'nın izni ile Kurul'un müfettişleri veya kıdemli hakimler tarafından yapılmasını gerekli gördüklerini anlattı.
Arslan, Avrupa Birliği'ne (AB) girmek isteyen Türkiye'nin, hukuk yönünden çağdaş ülkelerdeki değişim ve gelişime uymak zorunda olduğuna işaret etti. Türkiye'nin uluslararası topluluğun onurlu üyesi olduğunu ve demokratikleşme sürecinin devam ettiğini ifade eden Arslan, şunları kaydetti:
''AB'ye girmek isteyen Türkiye, hukuk yönünden çağdaş ülkelerdeki değişim ve gelişime uymak zorundadır. Bu nedenle ülkemiz, uluslar arası sözleşmelerin temel hükümlerini uygulamak durumundadır.
Sözleşmelerdeki insan haklarıyla bağdaşmayan istisnai hükümlere sığınmak, izlenen süreçle bağdaştırılamaz. AB ile 3 Ekim 2005 tarihinde görüşme sürecine başlayacak ülkemiz, imzalamış olduğu tüm sözleşmeleri de Meclis onayından geçirmek zorundadır. Geçmiş uygulamalar bu doğrultudadır. Zira günümüzde birey hakları ön planda yer almaktadır. Ölüm cezasının kaldırılmasına ilişkin 6 numaralı protokole ülkemiz tarafından çekince konulmuş, daha sonra Anayasa ve yasalardaki ölüm cezası kaldırılmıştır. AB ile bütünleşme sürecinde olan ülkemiz çağdaş hukuktaki değişim ve gelişimlerin dışında kalamaz.''
(AA)
|