Süpermen'in ölümü!..
Aslında her şey "Süpermen"in geçirdiği kazayla başlamıştı. Koskoca Süpermen, bir buçuk metre yükseklikten düşüp felç olmuştu. İşte o an, hem ülkesindeki, hem de dünyadaki hayranları, attan "düşen"in; insanüstü güçlerin sahibi Süpermen değil, etten kemikten bir insan olduğunu fark etmişti nihayet. Ömrünün sonuna kadar sakat kalan o kişi, Christopher Reeve adlı "aktör"den başkası değildi. Bütün direncine rağmen, ömrü de uzun sürmeyecekti zaten. Talihsiz oyuncu, genç yaşta hayatını kaybedecekti. Oynadığı karakter ölümsüz, ama o da herkes gibi ölümlü (fani) bir ademoğluylu. Lakin.. Onunla birlikte "Süpermen" de öldü. Hatta; daha genç oyuncu attan düştüğü gün ölmüştü Süpermen..
Evet.. Aslında her şey "Süpermen'in ölümü"yle başlamıştı. Ne var ki, dünya bu gerçeği algılamakta geç kaldı. Süpermen'in ölümünden sayısız dersler çıkarılabilirdi. Olmadı. Hem dünyanın, hem de ülkesinin, artık "Süpermen"in yaşamadığını, hatta Süpermen diye bir şey olmadığını anlaması için arada başka olaylar da oldu. Yine görmezden gelindi: 11 Eylül sabahı, "falçatalı adamlar"ın kaçırdığı uçaklar, İkiz Kuleler'i vurduğunda yaşananlar unutulabilir mi? Uçakların, bütün bir istihbarat ağını atlatarak gökdelenleri vurması bir yana.. Dünya Ticaret Merkezi'nin alevler içinde kalan üst katlarında pencerelere çıkarak kurtarılmayı bekleyen, gömleklerini sallayarak yardım isteyen o çaresiz insanların fotoğrafları, tarihin en trajik sayfalarında kayıtlı duruyor. Tam bir saat boyunca tüm dünyanın izlediği "sessiz çığlık"lara yanıt veren olmadı. Süpermen, kollarını açıp uça uça gelmedi. Gelemedi. Pencerelerdeki insanları alıp hayata döndüremedi. Dünyanın sayısız ülkesine, sayısız "indirme-bindirme yapan" helikopterlerden yalnızca biri gelip, o bir saat içinde, bir insanı, yalnızca bir insanı kurtaramadı. Belki yine üç bin kişi ölürdü. Ama "bir insan," hiç değilse bir insan kurtarılmış olurdu.. Bir tek insan "kendi dünyası"nda kocaman bir hayat demekti çünkü. Ama, herkesin fark etmediği bir şey vardı: Süpermen çoktan ölmüştü. Reeve'ın attan düştüğü gün. Ve aslında, hiçbir zaman, hiçbir yerde, bir Süpermen olmamıştı. O, Hollywood'un yarattığı "sanal" bir kahramandı. Geçen hafta, New Orleans kentinde çaresiz insanları kurtarmaya gelemeyen "Süpermen"in de hiç var olmadığı gibi.. Ya da.. "Süpergüç"ün de hiç var olmadığı gibi. Tıpkı Süpermen gibi, o ünlü "Süpergüç" efsanesi de; "Hollywoodvari" yaratılmış sanal bir kahramandı. Hem ABD'nin kendisinin, hem ABD dışında kalan insanların zaman içinde yarattıkları ve vehmettikleri sanal bir güç. Gerçek olmadığını, bütün çıplaklığıyla ve devasa bir düş kırıklığıyla önce New Orleans'ın "siyahlar"ı fark ettiler. Sonra da bütün bir dünya..
Zordur bundan böyle; bütün bir dünyaya afra-tafralanmalar.. "Süpergüç" aktörünün makyajı ve boyası, kasırgada silinmiştir. Binlerce talihsiz insanın hayatını kaybettiği anlaşılan "Katrina faciası"ndan -keşke hiç olmasaydı ama- belki de böyle "acı bir ders" çıkmış olacaktır. Dahası, oğul Bush'un başkanlığı, ABD'nin görüp göreceği son Cumhuriyetçi iktidar olarak yakın tarihe yazılacaktır, bilesiniz. Esasen; Bush dahil, tüm Cumhuriyetçi başkanlar; büyük çoğunlukla Demokrat kimliği taşıyan "siyahlar"ın, verdikleri küçük "fire"lerle oturabilmiştir o koltuğa. Bundan böyle ne mümkün! Siyah öfkenin yanında,beyaz düş kırıklığı da ilk seçimde "siyasi kasırga"ya dönüşmeye adaydır.
Bütün bir hafta sonu, Amerikan ve İngiliz televizyonlarında "canlı" yayınlanan görüntülerin karşısından bir an bile ayrılamadık. "İsyankar acı"ların tanığı olduk. "Blues" çığlıklarını susturan "tabiat azmanlığı" nın ve "insan aymazlığı"nın yol açtığı trajedi, sözünbittiği yerde duruyordu aslında. Ama, bugün yazdık, daha da yazacağız.. Daha da yazılmalı..Yazılmalı ki, yeryüzündeki "Sanal Süpergüç" pervasızlığının vebali, -siyah ya da beyaz- insana yazılmamalı asla.. İnsan, insanın kurdu olmamalı.. İnsan, insanın yanında durmalı..
|