| |
|
|
Bravo size... Ne kadar çok politikanız yok!
Mesleğimizin büyüğü rahmetli Burhan Felek'in bu öyküsünü, bir kez daha yazmıştım. Unutanlar için tekrarlıyorum. Burhan Felek vapurla giderken arka koltukta oturan yolcu omzunu dürter ve sahildeki bir yalıyı parmağıyla işaret edip, "Burhan Beyefendi, şu beyaz boyalı yalı benim değil" der. Biraz sonra aynı adam yine dürter Felek'in omzunu ve "Burhan Beyefendi, şu kırmızı boyalı yalı da benim değil" der. Vapur iskeleye varana kadar o yolcu sahilde ne kadar yalı varsa hepsini Felek'e gösterip, "Bu yalı da benim değil" diye tekrarlar. Vapur iskeleye yanaşır ve yolcular ayağa kalkarken, Burhan Felek o yolcunun yanına gidip elini sıkar, ciddi bir sesle konuşur: - Beyefendi tebrik ederim sizi. Ne kadar çok yalınız yokmuş! CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın iç ve dış siyasete ilişkin çıkışlarını izlerken, benim de içimden onu tebrik etmek ve "Bravo size. Ne kadar çok politikanız yokmuş" demek geliyor açıkçası. En son AB ile ilişkilerde yaşanılan "Ek Prokol Krizi" üzerindeki tartışmaları ele alan konuşmasını okumuş ve televizyon haberlerinde izlemişsinizdir. Şöyle dedi özetle: - 17 Aralık'ta önlerine ne konulursa konulsun imzalayacaklarını görmüştüm. Gittiler imzaladılar. Gelip gündüz vakti havai fişek patlatarak kutladılar, "AB bayramı" ilan ettiler. Şimdi "İmzanın gereğini yap" dedikleri zaman "hık mık" yapıyorlar. Şimdi de "Döneriz" diyorlar. Sevsinler senin o "Döneriz" diyen dillerini. 17 Aralık'ta imzaladınız siz bunu, kabul ettiniz. "Sevsinler senin o döneriz diyen dillerini" üslubunun Bülent Ersoy polemiğinden kalma bir alışkanlığın izlerini taşıdığını söylemek kolaycılık olur. Peki, bu konuşma ışığında AB konusundaki CHP'nin politikası nedir acaba? "Hiçbir konuda uzlaşmayalım. Kıbrıs da çözümsüz kalsın. AB ile ipleri kopartsak daha doğru olur" mudur bu politika. Eğer biraz iktidar ümidi olsa ve bir gün bu ülkeyi yönetme ihtimalinin CHP için de var olacağını düşünse, böyle konuşabilir miydi Deniz Baykal? Cumartesi eski Dışişleri bakanı emekli Büyükelçi İlter Türkmen Hürriyet'te şunları yazmıştı "Ek Protokol Krizi" konusunda: - Türkiye'den beklenen her şeyden önce Kıbrıs Rum bandıralı gemilerin ve uçakların Türk deniz ve hava limanlarına serbestçe gelebilmeleridir. Türkiye ise Gümrük Birliği hizmet sektörünü kapsamadığından böyle bir yükümlülük altına girmek mecburiyetinde olmadığında ısrarlı. Bu görüşün kabul görmesi şansı başından beri hiç yoktu. Nitekim Newport'taki toplantıda, AB bakanlarının, deklarasyonun Türkiye'nin yükümlülüklerini etkilemeyeceği, protokolün uygulanmasının izleneceği, Türkiye yükümlülüklerini yerine getirmedikçe bazı müzakere başlıklarının askıya alınacağı gibi noktalarda mutabakata vardıkları anlaşılıyor. Zannediyorum ki tanıma tartışmasına son noktayı AB'nin genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn koydu. 1 Eylül'de 'Le Monde' gazetesinde yayımlanan makalesinde, 17 Aralık 2004 zirvesinde bütün tarafların, protokolü imzalamanın 'Kıbrıs Cumhuriyeti'ni açıkça tanıma anlamına gelmediğini kabul ettiklerini, fakat üyelik sürecinin uygun bir aşamasında çözüm çerçevesinde tanımanın gerçekleşmesini kaçınılmaz gördüklerini hatırlatıyor. Bu yorum Türkiye'nin görüşü ile zaten uyum halinde. Ancak Rhen 17 Aralık'taki oydaşmaya rağmen Türkiye'nin tek taraflı bir deklarasyonla işi yokuşa sürdüğünü de ima ediyor. Bu görüşünde bir hakikat payı bulunduğunu kabul etmek gerekir. Acaba Deniz Baykal böyle bir yorum yapıp "Eninde sonunda AB koşullarına uyacaksınız. Bunu yolun başında yapsanız Türkiye'nin işi kolaylaşır" derse, çok mu oy kaybeder? Veya şimdi "Ne kadar çok politikası olmadığı için", CHP oy patlaması mı yapıyor?
|