Belki yanlış idi...
Bomba bile patlamadan, sadece söylentisiyle, bine yakın insan, yanı başımızda, komşumuzda öldü. Sürekli savaş, işgal, pusu, tuzak, bomba, bombardıman içinde yaşamak, en tutkulu, en huşu içinde bir ortamda bile öyle bir korku patlaması yaratmış olmalı ki, birbirine el verenler, birbirini eziverdi. Ölüme yakın durdun mu, merminin, bombanın, bombacının kendisine bile ihtiyaç kalmıyor. Bir ses, bir nefes, bir çıtırtı, bir lakırdı... bin ölü.
Komşun, istediğin kadar kendine benzemez bul, senin dokunma mesafendir. İstediğin kadar dokunma, aynı havayı soluma mesafendedir. Komşun, bazen kaçtığını sandığın geçmişin, bazen yüzleşemediğin bugünün, bazen korktuğun bir gelecektir. O yüzden, Türkiye; Irak'ı, üstüne hepimiz ne kadar çok laf üretmiş olursak olalım, zahmet edip yürekten bir okuyup anlayamadı. Anlamaya çalışsaydık; Balkanlardan Ortadoğu'ya kadar, insanın hem insan hem zalim, hem kardeş hem düşman, hem benzer hem farklı, hem hoşgörülü hem tahammülsüz yüzünü... Balkanlardan... Ortadoğu'ya kadar kendi yüzümüzü de görür, anlardık. Bu yüzden, bu kalpten dünyanın kardeşliği, barışı da çıkar... Ayrılmaca, ayırmaca, itmece, vurmaca, kırmaca, dünyanın tüm korkuları, ölümleri, pusuları, zulümleri ve her cinsten hoyratlığı da.
Bir insanın etnik, dini, milli kimliğinin onun her şeyi, onuru, tek tutunacak dalı, dünyadaki tek iddiası olmasını ben, belki sen, o kabullenmeyebilir; lakin, bu mümkündür, kabullenmesen de anlamaya çalışırsın. Bir insanın etnik, dini, milli kimliğinin, onun dişleri, tırnakları derken silahı, şiddeti, pususu, mayını, bombası, bomba şayiası, nefreti, katliamı olup olmamasını kabullenme yahut reddedebilme meselesidir asıl... Ki onun hemen yanında da... Bir insanın etnik, dini, milli kimliğinin onun yediği dayak, gördüğü işkence, atıldığı iş, bulamadığı aş, erişemediği makam, giremediği bahçe, tatmadığı meyve, kaybolduğu mağara, gömüldüğü tarla, başında tek kurşun, bedeninde 13 delik, köyünde ağıt olup olmamasını kabullenme yahut reddedebilme meselesi durur. Bu topraklarda kardeşlik, farklılıkların da bilinciyle sarmaş dolaş olacaksa, sanki böyle bir güzergahtan geçiverirse akıl, fikir ve yürek, anca öyle olabilecektir.
Mesele; birlik-beraberlik diye bağıranların, biraz susup "birlikte olmak, beraber olmak" üstüne düşünebilmeleri meselesidir bir yandan... Bir yandan; ezilmekten, boyun eğmekten, dik durmaktan bahsedenlerin, otorite ve silah karşısında eziklikten, boyun eğmişlikten sıyrılabilme, gerçekten her daim dik durabilme meselesidir. Mesele, muhtemelen, herkesin aklını, fikrini, gönlünü, vicdanını... İster resmi ve meşru... İster gayrı... Otorite silsilelerinden koparabilme, otoritenin buyurgan, buyurmanın silaha sarılgan ruhundan bağımsızlaştırabilmesi meselesidir. Herkes her şeyi çok bilmişken belki de yanlış biliyordu!
|