Size ne lan! Bunlar bizim içişlerimiz...
Bodrum'da hal ve gidiş bozuk. Turizm patlamıyor, üstelik sönüyor. "Niye gelmiyor bu herifler?" diye şaşıp duruyoruz. Eh, deniz bizde, plaj bizde, saray bizde; bakmasak da, yıkılmalarını büyük bir umursamazlıkla seyretsek de; taşlarını araklayıp inşaatlarımızda kullansak da, tarihi eserin alası bizde. "Peki, niye gelmiyor lan bu herifler? Üstelik koşa koşa komşu 'düşman' ülkelere gidiyorlar." Biz çok güçlü bir ülkeyiz. Turist ne hakla gelmez ulan bizim ülkemize? Biz çok güçlü bir ülkeyiz herkesi döveriz; çocuğumuzu döveriz, öğrencimizi, memurumuzu, komşumuzu döveriz; kız kardeşimizden hoşlanan delikanlıyı döveriz; anamızı babamızı döveriz; öğretmenimizi, bilimadamımızı, sanatçımızı döveriz. Biz erkek milletiz, gerekirse turisti bile döveriz. Gideriz Almanya'ya, "Niye Türkiye'ye gelmiyorsunuz da İspanya'ya gidiyorsunuz lan?" diye Almanları döveriz, döve döve getiririz. İsveçlileri de, Rusları da, İtalyanları da, Amerikalıları da, hatta Japonları bile döve döve getiririz. Ayrıca turist bizim içişlerimize karışamaz. Biz Güneydoğu sorununu istersek hallederiz, istersek etmeyiz, o hıyarlara ne oluyor be? Aydınımızı, sanatçımızı, yazarımızı, çizerimizi mahkemelerde süründürüp hapishanelerde çürütürmüşüz. Kime ne lan? Kime ne? Babalarının malı mı o aydınlar? Bizim babamızın malı, canımız ne isterse yaparız. Yok, çevreyi büyük bir süratle katlediyormuşuz! Çevre bizim çevremiz oğlum, el aleme ne? Bir ülkeyi tanıtmanın en iyi yolunun "Ne kadar çok tarihi harabelerimiz var, nasıl altın k u m l u sahillerimiz, ne fiyakalı saraylarımız var", demekten geçmediğini anlamanın mevsimi geldi de geçiyor galiba. Dünyanın hangi şanslı bölgesine yerleşmiş olursanız olun, sizi görmeye gelen insanlar sizi görürken anlamak, tanımak, bilmek istiyor. Her ülke gibi bizim de sorunlarımız var ama hiçbir sorunumuz yokmuş gibi davranınca, bir dalavere çevirdiğimiz şüphesi uyanıyor. Sorunlara, dünyaya, çağdaş Türk insanının kimlik bunalımına ne gibi çözümler önereceğimiz çok ama çok merak ediliyor. Aralarına girmeye çalıştığımız Avrupa Birliği ülkeleri üniter devlet yapılarını korurken kültürel çeşitliliğin yelpazesini yaşam biçimlerine sindirdi; en karışık ülkeler bile toplumsal barışı sağladı. Aralarında olmamız, o geniş kültürel yelpazenin içinde bulunmamız gerektiğini savunuyoruz. O zaman kendi ülkemizdeki kültürel çeşitlilik yelpazesini nasıl oluşturacağımız, bu mozaiğin neleri, nasıl bir araya getireceği çok merak ediliyor. Cevabımız hazır: "Size ne lan! Bunlar bizim içişlerimiz!" Tarihimize nasıl baktığımız; tarihe resmi tarihin dışında nasıl bir yorum getirdiğimiz, içinde bulunduğumuz sosyal, kültürel, ekonomik keşmekeşten kurtulabilmek için ne gibi hazırlıklar yaptığımız çok ama çok merak ediliyor. İnsanımıza, sanatımızın, tiyatromuzun, edebiyatımızın, sinemamızın nasıl baktığı, dünü, bugünü ve geleceği nasıl yorumladığı asıl en çok merak edilen yanımız. Dünya kültür tarihinin bir parçası olan eski uygarlıkların miraslarına ne kadar sahip çıktığımız, onları bugün yeniden, nasıl yorumladığımız, gelecekle ilgili ne gibi düşler kurduğumuz da merak ediliyor. Kısacası turizm patlaması 5 yıldızlı otel yapmakla gerçekleştirilemiyor. Dünyayla akıllı, çağdaş, demokrat, düzeyli, sanatla yoğrulmuş ilişkiler kurulursa, bir ülke yalnızca güneşin parladığı üç ay değil, 12 ay gülümseyen yüzüyle vitrinde tutulursa turizm patlıyor. Yani sadece otellerin değil, insanımızın da 5 yıldızlı hale getirilmesi için uğraşırsak ülkemiz çok büyük ilgi görür ve de turizm patlar. Yoksa ne mi olur, bir şey olmaz yalnızca nasihat alırız. "Sen her şeye maydanoz olma, kendi işine bak" diyorsanız, bir tek yolunuz kalıyor. O zaman 'DÖVE DÖVE' getireceksiniz.
|