Bölücülüğe vaziyet etmek (II)
Kurum veya birey olarak kimsenin iyi niyetinden şüphe etmemekle beraber yaşadığımız 'başsız devlet' gerçekliğini sorgulamaktan usanmam. Esasen bölücülüğe vaziyet etme ile teröre vaziyet etmeyi birbirinden ayırdığımız sürece teşhisin ve tabii tedavinin semtine bile yaklaşamayız. Nitekim PKK'nın geriletildiği süre içinde bölücülük açısından zaman bütünlükten yana olanların değil, -içeride ve dışarıda- karşı olanların lehine işlemiştir. Şimdiki şartlarda sadece teröre vaziyet etme çabasının geriletici bir etki yapması bile zor. Ortamın bu açıdan daha da olumsuzlaştığına dair bin kanıt saymak yerine aydınların başbakana yaptıkları tavsiyelerin özüne bakmak yeterlidir: - Daha fazla demokrasi! Hadi Batı'nın 'daha az demokrasi' sürecine girmesine 'kötü misal, misal olmaz' diyerek kayıtsız şartsız taklitçilik dininden şimdilik vazgeçelim. - Daha fazla demokrasi!? Amenna ve her zaman! Lakin şiddeti önlemeye yönelik bir ilaç ve araç olarak mı? Tekrar bozdurulan iç barış için 'daha fazla demokrasi' önermek aslında 'terör kutsaldır' demekle eş anlamlıdır. Niye mi? Demek ki şimdiye kadar PKK demokrasi için savaşmıştır, lütfedip bunu biraz daha geliştirirsek eşkıyanın başka arzusu kalmayacaktır. Yani TC, İsrail'in Filistinlilere yaptığını Kürtlere yapmış öyle mi?! İlahi, buna karşı 'hadi canım sen de' lafı ne kadar sönük kalıyor! Sorunun bölücülük olarak sahibi yok. Örgüt kan akıttığı zaman 'Ha, sahi bir bölücü terör meselesi vardı yahu' diyerek kımıldayan iki ayrı irade var. Meselenin ruhuna herkes seyirci, kabuğuna iki müdahil! Bu, 'başsız devlet' olgusunun çıplak tasviridir. Esasen bölücü tehditle savaş TSK'nın görevi olduğu sürece iki başlılık bakidir! Zira bu, hükümeti sözde yetkili ama etkisiz, askeri tek sorumlu ama engelli kılmakta; her iki tarafı yıpratmaktadır. Böylece asker siyasi figüre, sivil de militarist figüre doğru dönüşüm yaşamaktadır. Hükümet bir yandan 'Aman askerin üstünde kalsın da ne isterlerse verelim, yetki mi hemen' tavrında; bir yandan da 'daha fazla demokrasi ve sivil açılım' başlıkları altında yer alabilecek söylemlerde. Yani aynı anda hem şahinlik, hem güvercinlik? Bunu nasıl becerebileceklerini içtenlikle merak ediyorum; olmayacak dua gibi görünse de niyazdan geri durmuyorum.
Bir devlet ki en önemli sorunu karşısında bütün kurumlarınca benimsenen bir tanıma kavuşabilmiş değil. Asker ısrarla 'Güneydoğu Meselesi', aydın güvercinler -ve şimdi de Erdoğan- 'Kürt Meselesi' diyor. Oysa kim bu konuya 'Kürt meselesi' başlığı ile yaklaşıyorsa, o bilinçli veya bilinçsiz biçimde Türkiye'yi ikinci bir ulusla bölüşme tasarısına hizmet etmektedir. Mücadeleyi üstlenen Ordu, zorunlu gördüğü 'Güneydoğu Sorunu' ve 'Bölücü Tehdit' gibi deyimleri devletin resmi tarifi haline getirememiştir. Bu da; meselenin bürokratik sorumlusu olan TSK ile siyasi sorumlusu olan hükümetin ayrı telden çalıp oynaması demektir. Siyasi sorumlu istediği kadar şiddete karşı 'askeri mücadele'nin önemini benimseyip tavizsiz olduğunu vurgulasın. Söylem veya tavır itibariyle sorunu 'Kürtlere yapılmış ve henüz düzeltilememiş yanlışlardan kaynaklanan' bir açmaz olarak görüp gösteren iç ve dış ahkamcılarla beraber yüründüğü sürece, ortaya ciddi bir devlet politikası konulamaz. Meselelerin anası bu zaten! Devlet olmaktan çıkmaya başlayalı yarım yüzyılı geçti. Bugün son sözü söyleyeni belirsiz bir siyasal yapımız var ve ona eski alışkanlıkla hala devlet demeye devam ediyoruz. Küresel ve bölgesel oyuncular bunu bildikleri için kedi fare ile oynar gibi bizimle oynuyor; sözgelimi 'vezir'i kelepçeleyip veriyor ama kuraldışı yeni vezirleri satranç tahtasını sürebiliyor. Niye? Çünkü karşısında kuralların ihlaline direnecek bir muhatap yok. Bunlar karamsarlık ilanı değil, çözüm ürütebilmek için zorunlu temel kabuller. Yoksa karşımızda imkânsızlık yok. İç kuvvetlerin küs durmadığı, ülkenin birlik ve dirliği adına her türlü görüş ayrılıklarının önemsizleştiği bir devlet yönetimi kısa sürede oluşturulabilir! O zaman da çark içinde Ali'nin Veli'yi sevmemesi, gidenin gelenden nefret etmesi bir şeyi değiştirmez, toplumu ayakta tutan kemik yapı sağlam kalacağı için dost veya hasım muhataplarınızın önünde dimdik durabilirsiniz. Beriki AB'yi kendine ötekinden daha yakın hissediyor, ötekinin de berikine 'derin hasımlarla müttefik' gözüyle bakıyor, ayrıca iki taraf laiklik ateşi etrafında 'kim kimi itecek' diye kuşku içinde yaşıyor; Türkiye'yi aşiretleştiriyor.
|