| |
Eleştirinin akıllı olanı makbuldür
Her yıl temmuz, ağustos aylarında böyle olur. Aşırı sıcaklar okuyucu yurttaşlarımızın beynini pelte haline getirdiği için yazdığımız yazılara, alışılmadık itirazlar gelmeye başlar. Aslında, okuyucu tarafından ciddi bir şekilde takip edilmek ve denetlenmek her yazara nasip olmaz. Geçen gün, devlet dairelerinin 35-36 derece gibi sıcaklıklarda, bir nevi hamam haline gelmiş olmasının memurları perişan ettiğinden dem vurmuştum. Su kaynatan memur kitlesinin, evrak takip eden vatandaşa zulüm yapmasının da neredeyse normal kabul edilmesi gerektiğini anlatmıştım. Maksadım birazcık şaka yapmaktı. Vay sen misin şaka yapan, üstelik devletin mümtaz memurları ile şaka yapmak kimin haddine düşmüştü. Kaleme sarılan bir kısım memur okuyucumuz hücuma geçti: Efendim neymiş, memurlarımız vatandaştan kendi kafasına göre evrak isteyemezmiş, her şey mevzuat gereği imiş!
Ben de sanıyordum ki, memur sahiden kendi kafasından istiyor o bin bir çeşit evrakı... Bir memur oturup gazeteciye böyle bir yazı yazabiliyorsa, gerisini siz düşünün. Efendim, mevzuat öyle olduğu için evrak istiyoruz! Mevzuat olmasa dükkan sizin! Elbet öyledir, rica ederim, fakat vatandaş devlet dairesine gittiğinde karşısında mevzuat falan görmez, memur görür, öyle değil mi? Yaptıkları işe saygı besleyen, mesleklerini her şeyin üstünde tutan memur kardeşlerime bir noktayı hatırlatmaktan kendimi alamam: Bana şunu söylesinler: Bir memur, bir yurttaşın bütün evrakları tamam olduğu halde, istediği takdirde o yurttaşı sürüm sürüm süründürebilir mi, bilemez mi? Haaa, ne dersiniz? İsterse, anasından emdiği sütü burnundan getirir mi, getiremez mi? Getirebilir diyorsanız, benim şakalarımı kaldırmak zorundasınız.
Bir saygıdeğer memurumuz da çok içlenmiş, "Hiçbir memur, vatandaşa 'hemşerim' diye hitap etmez, uydurmayın" diyor. Hemşerim diyen de vardır, demeyen de vardır ama benim yazımda kullandığım "hemşerim" kelimesini küfür gibi algılayan ilk memur da herhalde bu arkadaş olsa gerektir. Ki pek alınmış bu kelimeden!
Ertesinde tuttuk, Caddebostan'a kondurulan yapay plajların buradaki sosyal dokuyu örseleyeceğini yazdık, yine bir kısım okuyucunun "halk kuyrukçuluğu" damarı depreşti. Sevgili dostlar, gerçekleri yazmak yürek ve de bilek ister. "Halk kuyrukçuluğu" Türkiye'de iyiden iyiye pörsümüş bir eski modadır. Halk kuyrukçuluğu, aslında halkın aleyhine, onu hiçe sayan, değer vermeyen bir duruştur. Şunu da söyleyeyim: Kadıköy'de söz konusu mevkilerde oturan insanların haklarını savunmak, "elitleri savunmak" değildir. Eğer gerekirse, yeri de gelmişse, pekala elitler de savunulabilir. Bu memlekette insanlar, neden 4 bin dolar gelirde çakılıp kaldılar biliyor musunuz? Ne proletaryanın, ne burjuvazinin hakları doğru dürüst teslim edildiği için çakıldı kaldı. Öte yandan "halk kuyrukçuluğu" yapacaksan bile, kafanı kuma gömmeyeceksin: Caddebostan'da oturan emekli Şaziye hanım ile, bankacı Necmettin beyler, burjuva değildirler. Onlar da halktır hem de sapına kadar! Eleştiriye saygı duyarım ama eleştirilerin akıllısı makbuldür müsaade buyurursanız. Efendim!
|