Derin devlet terörü tartışıyor
Devletin derinliklerinde son terör olaylarıyla ilgili farklı analizler dinledim bu hafta. Ankara, her zamanki gibi tek ses değil, farklı perspektiflerle yaklaşıyor tırmanan teröre. Bu nüansların varlığı, kötü değil. Ama kafa karıştırabiliyor... Öncelikle sebepler... PKK terörü neden azdı? Üst düzey emniyet ve istihbarat yetkililerine göre, PKK, Avrupa Birliği müzakere sürecinde "muhatap" alınmak istiyor. Örgütün amacı, kendini dayatmak, AB nezdinde "gözardı edilemeyecek bir faktör" haline gelmek. Hükümetle Brüksel pazarlığına oturmak... Peki eylemler İmralı'dan mı yönlendiriliyor, yoksa Murat Karayılan, Duran Kalkan gibi komutanların dağdaki PKK'lılar üzerindeki otoritesi, örgütte yeni bir oluşum mu yarattı? Associated Press Ajansı da bu tezini destekler biçimde son eylemlerin "Kürdistan Özgürlük Şahinleri" adında "PKK'dan ayrılan bir grup" tarafından yapıldığı iddiasına yer veriyor. Oysa Ankara'da kimse saldırıların arkasında Öcalan'dan başka bir adres görmüyor. Öcalan zaten bir süre önce Başbakan Tayyip Erdoğan'a yazdığı mektupta, muhatap alınmak istediğini açıkça belirtmiş, bunun olmaması durumunda saldırıların yeniden başlayacağını söylemişti. Ankara, "PKK'dan ayrılan bir grup" masalının Öcalan'ın uluslararası itibarını korumak amacıyla uydurulduğunu düşünüyor. Üstelik böyle bir grubun varlığı, PKK liderine "Bakın benden de kötüsü var" deme imkanı veriyor. PKK'lılar aylardır gruplar halinde Kuzey Irak'tan sızıyor. Ancak askerin şu aşamada sınır ötesi operasyon planı yok. İstihbarat, güvenlik ve askeri kesimin, "sahada" çalışan kadroları, yani bire-bir PKK terörüyle mücadele eden, şehit veren kesim, gizliden gizliye genel af istiyor. Daha önce Pişmanlık Yasası çerçevesinde çıkan af, tamamen bir fiyaskoydu. Gelen olmadı. ABD'nin ısrarıyla denenen ve yeterince duyulmadığı ve örgütün yönetim kadrosunu kapsamadığı için, sınırlı fayda sağlayan bir aftı. İlginçtir ki, devlet içinde af konusunda en cüretli kesim, PKK'yı en iyi tanıyan ve ondan en fazla çekenler. İntikam duygularını bir kenara bırakarak, örgüt üye ve yöneticilerinin, dağdan inmeye özendirilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Ankara'da son günlerde tartışılan bir diğer konu da "Kürt aydınlar" adı altında bir grubun, PKK'yı ön koşulsuz silahı bırakmaya çağırması. Tabii bu iyi bir şey, hele de bu talebin Kürt çevrelerinden gelmesi önemli. Ancak "Kürt aydınlar" lafı, Ankara'da büyük alerji yaratıyor; o kadar ki, bu çağrının içeriği, çağrıyı yapanların kendilerini tanımlama şekliyle gölgeleniyor. (Bu konuda önümüzdeki günlerde resmi ağızlardan sert açıklamalar duyabilirsiniz.) Kürt çevrelerinin Öcalan'ı sorgulamakta yaşadığı zorluk, örgütün faşizan yöntemlerle herhangi bir alternatife, farklı düşüncelere izin vermediği doğru. Ancak devlet, yine de Kürtlerin PKK ile mücadelede daha "net" bir biçimde devlet ve demokrasi cephesinde olmasını istiyor. Açık görüşleriyle tanınan üst düzey bir istihbaratçı bile, "Ben onlara aydın değil, Kürt esirler diyorum" diyor. Etkin konumdaki bir diğer isim ise şu yorumu yapıyor: "Demokrat hak mücadelesi etnisiteye göre verilmez. Kendi taleplerini, PKK'ya göre konuşlandırıp, (bakın biz daha iyiyiz) diyorlar. Bu hastalıklı bir durum. Demokratik haklar, etnik hakları destekleyebilir. Ama etnik haklardan yola çıkarak demokrasiyi desteklemek yanlış." Kısacası Kürt aydınlar Ankara'da heyecan yaratmıyor. Bu ortamda gelen Hikmet Fidan suikastı, Çeşme ve Kuşadası olayları ve eski DEP'lilerin ne Hikmet Fidan suikastı ne de PKK'yı kınayamamaları, Leyla Zana ve arkadaşlarıyla ilgili Ankara, Brüksel ve Washington'da yaşanan derin hayal kırıklığını iyice pekiştiriyor...
|