| |
Ankara kriterleri
Dünya Bankası'na bağlı Uluslararası Finans Kurumu'nun (IFC) raporu, Başbakan Erdoğan ile yardımcısı Şener arasındaki yabancı sermaye polemiğinin hemen ertesine denk geldi. İyi de oldu; kilitlenilmesi gereken hedefi -bir kez daha- hatırlattı. Ülkemizdeki birçok yatırımda önemli sermaye katkısı bulunan IFC'ye göre, Türkiye hem yükselen piyasa, hem de AB'ye aday olmasına rağmen doğrudan yabancı sermaye yatırımı çekmekte bir hayli yetersiz kaldı. Araştırmada aynı koşullara sahip Hırvatistan, Romanya ve Bulgaristan'ın bu yarışta Türkiye'ye birçok tur bindirdikleri belirtildikten sonra umudun adresi gösterildi: AB ile müzakerelerin başlaması. Sonra da, AB sürecinde Türkiye'ye her yıl en az 5 milyar dolar yabancı sermaye gelebileceği, hatta müzakerelerin ilerlemesine paralel olarak daha da artabileceği notu düşüldü.
10 yılda Çin'in 2 ayı Türkiye en yüksek yabancı sermaye girişini bu yıl gerçekleştiriyor: Ekonomik Program'daki 4.6 milyar dolar hedefinin aşılması, 5 milyar dolara ulaşılması kesinleşti. Özelleştirmelerle 8-10 milyar dolar arası bir rakam yakalanacak. Neredeyse Türkiye'ye 1995-2004 arasında gelen yabancı sermaye toplamına eşit. O dönemde 13.7 milyar dolar yabancı sermaye girdi, 4.4 milyar dolar çıktı. Yani 10 yılda net yabancı sermaye 9.3 milyar dolarda kaldı. Yılda 60 milyar dolar çeken Çin'deki iki aylık yabancı sermaye yatırımı kadar bile değil! IFC haklı; AB ile müzakereler en az bu düzeyde yabancı sermaye girişini sürdürmenin güvencesi olabilir. Çünkü bu süreç Türk ekonomisi ve siyasetinde görüş mesafesini uzatacak. Polonya'dan Çek Cumhuriyeti'ne, Macaristan'dan Bulgaristan ve Romanya'ya kadar AB'ye giren ve girmek üzere olan tüm ülkelerde de öyle oldu. Ve meyvelerini bol bol topladılar. Ünlü danışmanlık ve denetim grubu "Ernst and Young"ın geçenlerde yayınlanan bir raporu bu getirilerin somut örnekleriyle dolu. 2004'te yabancı sermaye yatırımlarında Polonya ve Macaristan artık Almanya'yı, yani İngiltere ve Fransa'nın ardından (Onların da yerlerini daha ne kadar koruyacakları merak ediliyor) AB üçüncülüğünü yakalamak üzere. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin tüm kıtaya (Rusya ve Türkiye dahil) gelen yabancı sermayedeki payları da 4 yılda yüzde 17'den yüzde 31'e çıktı. Araştırmada şu sonuca varılıyor: "Orta ve Doğu Avrupa'ya akan yabancı sermaye, Fransa, Almanya, İspanya ve Belçika'nın toplamını geçti geçecek."
Yapılacak çok iş var Ancak yine de tüm kerameti müzakere sürecinden beklemenin yanıltıcı olacağını hatırlatalım. Her şey AB ile bitseydi, 10 yılda Polonya 56.2 milyar dolar, Macaristan 35.2 milyar dolar yabancı sermaye çekerken, Yunanistan 8.9 milyar dolarda kalmazdı. İzlenmesi gereken yol belli: Bir yandan AB'nin Kopenhag ve Maastricht kriterlerine ulaşma hamleleri sürerken, bir yandan da Ankara kriterleri diyebileceğimiz düzenlemeleri yapmalıyız. En önemli birkaçını hatırlatalım: Kamuyu, kayıtdışını ve vergi kaçağını küçültmek, rekabetçi teşvik politikaları uygulamak, yasal sistem ve yargıyı iş hayatıyla barıştırmak, altyapıya daha çok yatırım imkânı yaratmak. Ve elbette yapısal reformları hızlandırmak. "Ahde vefa" ilkesinin bile bir yana bırakılıp sosyal güvenlik reformunun ertelendiği bir siyasal konjonktürde bu kriterlere nasıl el atılacak; doğrusu merak ediyoruz.
|