Dağları Sever Misiniz?
Denizlerin tersine kendilerini anlatmaz dağlar... Yüzlerce yılın sessiz tanıkları gibi bakar, duyar ve dinlerler
Alabora olmuş denizleri sevenlerin, dağları farketmesi zaman alıyor. Denizler derinliklerindeki herkese açmasalar da en azından kızgın, dargın, dalgın, huzurlu, dingin, üzgün ya da mutlu ifadelerini bir şekilde hissettirirler, konuşurlar. Daha gündelik, daha ulaşılır, daha fazla sahnededirler ve bundandır daha kolay fark edilirler. Dağlar ise denizlerin tersine kendilerini anlatmazlar. Yansın, yanmasın sanki yüzlerce yılın ve onların her bir anının sessiz tanıklarıymış gibi size bakar, sizi duyar, sizi dinlerler. Hiçbir yerde bu kadar sahici, bu kadar yanık duyulmaz sesiniz. Çok görmüş, çok geçirmişlerdir ama hiçbir acıyı küçümsemez, hiçbir sevinç ifadesini atlamazlar. Hakka teslim olmus, yaradılanı yaratandan ötürü seven ve yürekten gelen her şeye kulak kesilen insanlar gibi, onlar da sessizce "Bu da geçer'' diye bakan alimler gibidir. Dünyayı sahiden bilenlerin yüzüne dağılabilecek kadar mütevazı kalan bir tebessümle.
SİZE AYNA TUTARLAR Haşmetlidirler, elbette yeryüzündeki her şeyden daha haşmetli. Ölüm, ne kadar hakikatse doğum kadar, dağlar da size kucaklarını açıp dinlerken de etrafına ateş saçıp "silkinin'' derken de o kadar hakikattir. Aynadır bazen eğer görmek isterseniz. Yaptıklarınızı ve yapmadıklarınızı, yapabileceklerinizi hatırlatır. Sizi kendinde tutuklu bırakır, tutulursunuz ve işte kimileri hayatlarını verir dağlara. Bedelsiz, koşulsuz, teslim olurlar ve o kadar teslim olurlar ki dağlar onları içlerine katar. Üzerlerinden kayıp, zirvelerden yaylalara, ovalara inmek de mümkündür, çocuklar kadar sen olmak da. Ama dağları sahiden anlamış dağların da onları anladığı insanlar ya onun en yakınına vardıklarını sandıkları en yüksek tepelerine varmak için tırmanırlar, -ki çok mümkündür, çıkmak daha fazla tırmanmak ister insan, içgüdüsel olarakya da eteklerinde, bir köşelerinde yer bulurlar kendilerine. Burnunuzda tüter bazen, vasıta dahi düşünmezsiniz, koşmak koşmak ve nihayet ona varmak istersiniz. Sanki hayatta sizi en çok anlayan, sizin en çok anladığınz, en sevgili arkadaşınız gibi her seferinde kavuşmayı tam da kavuşma olarak yaşarsınız dağlarla... İnsanın yeryüzünde en tekamül etmiş haline benzer dağlar. Ve o insanların ışığı her ne renkte olursa olsun nasıl çekerse sizi dağlar da öyle çağırırlar, sessiz, ama sahiden. Fıtratları birbirinden farklıdır. Ama celalli olanı da merhametlisi de! Herbiri ve hepsi birden vakar gibi dursalar da tevazunun ifadesi gibidirler. Aslında kuşlar kadar özgürdür dağlar, öyle kıpırdamaz gibi görünseler de! Tevazu özgür bırakır insanı. Dağlar da öyle! Zilzal suresinde, "yerlerinden kalkıp yürümeye geçtikleri zaman'' der, ama zamanı geldiğinde onlar bilirler zaten, her şeyi bildikleri gibi.
ZİRVELER BİR BİR SAYILIR Dağların dostluklarını kazanmayı istemek için galiba belli bir ruh hali gerekiyor. Bundandır herhalde, hepsi olmasa bile dağcıların genelde hissettikleri, anladıkları, yaşadıkları, sevdikleri ve reddettikleri de neredeyse birbirinin aynı. Bir Amerikalı dağcı, "Kimisi için sadece zirveye çıkmak mühimdir adeta koleksiyon yapar gibidir, materyalist bir yaklaşımla peş peşe çıktığı zirveleri saymayı sever'' diyor. Dağları sahiden sevenlerse onun zirvesine ulaşmak için çabalar, tırmanır ve yorulurken yıllar yılı, aslında o sessiz dostluk için koşar. Ruhla münasebetlerinin doğudakine kıyasla daha az olmasından ve böylece doğan ihtiyaçtan mıdır bilinmez, ama Fransa'da dağ sevgisi çocukluktan aşılanır. Sadece kaymak, oynamak için değil, her mevsimi yaşatılır dağların buralarda. Bundandır herhalde, dağcılık tarihini de iki Fransız başlatmış. 1786'da iki Fransız, Avrupa'nın yani Alpler'in doruğuna Mont Blanc'a ulaşmış. Sonra 19. yüzyılın hemen başında üç Alman sanayicinin Hambourg'da kurduğu dolmakalem fabrikasının bir çalışanı İsviçre'de girdiği kahveden, karşıdaki eczanenin, hatta yediği küçük pastaların adına kadar her şeyin adının Monc-Blanc olduğunu duyunca şaşırmış hemen yanındaki bir kıza sormuş "Bundan daha normal ne olabilir ki burası Avrupa'nın en yüksek dağı, 4810 metre'' demiş. Ve 1910 yılındaki bu anı, çoğu Fransız için bir nev'i ev sahibi olmak kadar mühim olan, çocuklara ve torunlara kadar elden ele miras bırakılan Monc-Blanc dolmakalemlerini yaratmış. Tepesinde, beyaz renkte, Monc-Blanc'ın 6 vadisinin bir yıldız gibi durduğu o siyah dolmakalemlerle dağlar böylece buluşmuş. Dağı bir dolmakalemle elinize taşımıyorsunuz ama unutmuyorsunuz da! Monc-Blanc, dağlar gibi mütevazı değil ama dolmakalem sevgisi dağlar kadar mühimdir kimileri için.
|