| |
Doğrular ve yanlışlar
CHP lideri Deniz Baykal dün son üç yılın en sert ve her türlü çağrışıma açık çıkışını yaptı. Hatta konuşmasında -yetişemediğimiz ama siyasi tarih okurken öğrendiğimiz- İsmet İnönü'nün 1957-1960 dönemindeki zehir zemberek muhalefet üslubundan esintiler bile bulduk. Umarız bizi ileri gitmekle suçlamaz. Baykal'ın eleştirilerinde paylaştıklarımız da var, mesafeli durduklarımız da. Örneğin "Cumhuriyetin kazanımlarını tehlikeye atabilecek" girişimlerden kaygılanmasına hak veriyoruz. Zaten Ankara'nın sergilediği tablo da bu tedirginliğe meşruiyet kazandırıyor: Kur'an kurslarının önü açıldı. Hatta bir iktidar milletvekili "kaçak" kavramına karşı çıkıp, herkesin Kur'an kursu açabilmesini bile savundu. YÖK toplandı. Konu: İmamhatip liseleri. Üniversitelerarası Kurul toplandı. Konu: Türban. TÜBİTAK yasası görüşmelerinde kavga çıktı. Konu: Ilımlı İslam.
Brüksel'den ilk uyarı Ve bütün bunlar ne zaman oldu; AB Komisyonu'nun Türkiye'yle Müzakere Çerçeve Belgesi'ni açıkladığı gün. İşte bu tablonun uyandırdığı tedirginlikle AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn hemen ertesi gün, yani dün Brüksel'den ilk uyarıyı göndermek ihtiyacını hissetti: "Türkiye'nin Avrupa değerlerini hayatın her alanında ve ülkenin her köşesinde gerçekliğe dönüştürmesi gerekiyor." Avrupa değerleri denince türban, imam-hatipler, Kur'an kursları algılanıyorsa, işimiz var Ancak Baykal'ın -kim ne derse desin- hâlâ bıçak sırtında duran ekonomi için hayati önemdeki IMF kredisinin ana koşulu iki yasayı tatil öncesi Meclis'ten geçirmek amacıyla alınan önlemleri neredeyse rejim sorunu boyutlarına taşımasını ve halkı "Memleketin kaderine el koymaya" çağırmasını, kusura bakmazsa, muhalefeti sokağa indirmek olarak görüyoruz. Söz konusu yasalar 176 maddelik Bankacılık Kanunu Tasarısı ile 147 maddelik "Sağlık Reformu" diye nitelenen Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Kanun Tasarısı.
Raydan çıkarılmamalı CHP, "IMF dayatması" dediği iki tasarıyı da sonuna kadar engelleyeceğini Grup Başkanvekili Kemal Anadol'un ağzından günler önce (tarih verelim: 17 Haziran) kamuoyuna duyurdu. İktidar da tasarıların tatilden önce yasalaşması için Meclis İçtüzüğü'nde değişiklik yapmayı planladığını yine günler önce (tarih verelim: 8 Haziran) açıkladı. Yani, iki tavır da yeni değil. CHP'nin böyle bir düzenlemeye karşı çıkması, engellemek için tüm yasal imkanları kullanması en doğal hakkı. Aynı şekilde iki tasarının, özellikle sosyal güvenlik reformunun yasalaşmasını önlemek istemesi de. Zira sadece bizde değil tüm Batı ülkelerinde sosyal güvenlik reformları çok kıyamet kopardı. (Her ne kadar Almanya'da sosyal demokrat Gerhard Schröder hükümeti, İngiltere'de sosyalist Tony Blair hükümeti yapmış olsa da... O nedenle muhalefetteki CHP'nin (iktidara gelse o da kaçamayacaktı) bu reforma karşı sendikalar ve sivil toplum örgütleriyle güçbirliği yapmasını, çizgisiyle tutarlılığın, dünya görüşüyle uyumun doğal sonucu görüyoruz. Ancak ekonominin istikrarını korumakla ve Türkiye adına verilmiş taahhütlere uymakla yükümlü iktidarın, bunun gereğini yerine getirmek istemesi de hakkı. Hatta öncelikli görevi. Hem sonra; 17 Aralık'tan bu yana, aylar boyunca AB'den Türkiye'ye verdiği sözlerin arkasında durmasını isteyip durduk. Peki, Türkiye verdiği sözün arkasında durmasın mı, durmayacak mı?
|