| |
|
|
İnsanlar neden Bodrum'a tutkundur ki?
Yaşını başını almanın en önemli avantajlarından biri, insanın kendi zamanına daha çok hakim olabilmesidir. Örneğin milyonlarca genç ÖSS sınavına girerken, ben Bodrum'da hafta sonunu geçirebiliyorum. Benim üniversite dönemim neredeyse yarım yüzyıl geride kaldı çünkü. Bırakın beni, çocuklarım Cemil ve Ela için de üniversite geçmişe ait bir olgu. Bilgisayar ve internet sayesinde yazıyı gazeteye göndermek de bir sorun değil. Deniz kıyısında diz-üstü ile yazıp, cep telefonumdan GPRS'le bir saniyede gazeteye ulaşıyorum. Eski Bodrum günlerinde telefonla dış dünya ile iletişim kurmak için Yunanistan'ın Kos adasına geçildiği günler olurdu. Teknelerde bile telsiz kullanmak yasaktı 1980'e kadar. İletişim ve ulaşım açısından Bodrum son 25 yılda çağ atladı. Milas'la paylaşsa da, artık Bodrum'un havaalanı bile var. Bakarsınız DHMİ biraz hızlanır ve İstanbul'da Sabiha Gökçen'den de seferler başlar bu yaz Bodrum'a. Tabii bir de Bodrum koylarını (Yani Bükleri) birbirine bağlayan sefil yollar da bir gün yeniden yapılır diye beklememiz gerekiyor. Bunca yapılaşma ve yerleşime karşı, mesela Göltürkbükü'ne inen yolların sefilliği utanç verici. Bu yollar karanlık gecelerde adeta ölüm tuzakları gibi... Dün, Bodrum'un romanını yazan "İlk"lerden Selim İleri ile, Gündoğan'ın Küçükbük'ündeki "Birol'un Yeri"nde deniz kenarında masayı kurup, bu büyülü coğrafyanın dününü ve bugününü konuştuk. Selim İleri "Her Gece Bodrum"u 1976'da yazmıştı. Ondan önce Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir'in "Mavi Sürgün"ü ile Azra Erhat'ın "Mavi Yolculuk"unu ve "Mavi Anadolu"sunu okuyanlar, Bodrum hakkında bir şeyler öğrenmişlerdi. Tabii bir de Mehmet Sönmez'in resimleri, "Han"da barın hep aynı köşesinde oturan Zeki Müren'in ve "Veli'nin Yeri"nde köşesini tutan Erol Simavi'nin Bodrum tutkunu oldukları bilinirdi. Mazhar Fuat Özkan "Bodrum Bodrum"u söylemeden 10-15 yıl kadar önce Sabahattin Eyüboğlu ve arkadaşları ilk "Mavi Yolculuk"u yaptıkları zaman, bu yörede yaşayan insanların dışında "Çökertme Zeybeği"ni kimse bilmezdi Türkiye'de. Daha sonra guletler ve tirandillerle denize açılan kentliler "Gelip-duru, gidip-duru" diye konuşan yerli denizcilere eşlik edip, "Çerkez Kaymakam" ve "Çakır gözlü Fatma" hakkında bilgi sahibi oldular. Selim İleri ile arada bir denize dalıp serinledikten sonra "Neden Bodrum" sorusunun cevabını aramayı sürdürüyorduk... Birincisi iklim o kadar hoş ki, sanki deniz bunun "Bonus"u gibi. İkincisi, zeytinyağı kültürü buraya hem deniz ürünlerinin pişirilmesinde, hem de Adalar'dan gelen ot mutfağına katılması ile farklı lezzetler getirmiş. Başka hiçbir coğrafyada rakı bu kadar rahat içilmiyor. Tabii bir de tatil ortamında bulunmanın insanlara verdiği özgürlük duygusu var. Bunların hepsi birleşince Bodrum oluyor. Ah bir de çevre ve deniz kirlenmese. Özenli ve düzenli kentleşme olabilse. Ama neticede Bodrum bir Fransız kenti değil. Biz Türkler galiba bu kadar yapabiliyoruz bu işi. Sanki İstanbul'da kentin eşsizliğine uygun bir özen mi gösterdik ki, Bodrum'da farklı bir davranış bekleyelim? Vatanı sevdiğimiz kadar yerleşimlerde vatan topraklarına sevgimizi uygun biçimde yansıtmayı bilsek, Fransız Riviyerası'nın esamisi mi okunurdu?
|