| |
Cumhurbaşkanlığı savaşları erken başladı...
Çok zaman önce, çok etkin görevlerde bulunmuş eski bir siyasetçi ile ahbaplık ederken söz cumhurbaşkanlığına gelmişti. Muhatabım bu sürecin çok zorlu geçeceğini söylemişti. Onun söylediğine göre askeriye durumu gözlüyor, halkın nabzını tutuyor, iktidarın kamuoyu desteğinin düşmesini bekliyordu. Ayrıca süre kısaldıkça iktidar partisinin içindeki "devlete yakın" unsurların ayrılması da söz konusu olacaktı. Bunu o zamanlar hafızama not ettim. Galiba söylenen senaryo tezgaha kondu. Cumhurbaşkanlığı kavgası erken başladı.
Türkiye'de "atanmış" ile "seçilmiş" ayrımı hiçbir zaman yerli yerine oturmadı. "Atanmışlar" devletin ve toplumun sahibi sayılırken, "seçilmişlere" hep kuşkuyla bakıldı. Tabii "seçilmişlerin" rejimi demokratikleştirmek yerine siyasal rant peşinde koşması bu çarpık anlayışı güçlendirdi. Askeri darbelerin oluşturduğu rejimlere karşı köklü tavır almak ve bu rejimi değiştirmek yerine, iktidar koltuğuna ilişerek taraflara avanta dağıtmak geçerli olunca, durum da hep aynı şekilde sürdü gitti. Bugün de bu gariplik tüm çıplaklığıyla yaşanmakta...
Durup dururken "türban" meselesinin kaşınması... "Atanmışların" ellerinde tuttukları kurumlarla bu konuyu kaşıyarak cumhurbaşkanlığı seçimlerine "altlık" yapmaları epeydir sürüyor. Bizdeki "atanmışların" inancına göre Çankaya "seçilmiş" birinin makamı olamaz... Eşi türbanlı ise hiç olamaz... Tabii "atanmışların" belirli bir orkestrasyon ve plan çerçevesinde şimdiden bu kavgayı başlatmaları beklenebilir... Ama ana muhalefet partisi konumundaki "sosyal demokrat" CHP'ye ne demeli? Tabii CHP'nin özü itibariyle "atanmışların" partisi olduğunu anımsayınca, durum netleşiyor... CHP işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımı adaletsizliği gibi esas sorunları bırakmış, iki yıl sonraki seçimlere yönelik Çankaya savaşı başlatma gayretinde... "Atanmışlara" yaranacak...
Belli ki Türkiye çok çalkalanacak... Burada AK Parti'nin izleyeceği politika çok önem kazanıyor. AK Parti, kendisinin sağlık pusulası olan AB istikametini, büyük bir başarıyla elde ettiği "müzakere tarihi" ertesinde yitirdi... Yalpalayıp duruyor... Hatta hızla geriye gidiyor... Yasalarda olmayan bir talimatı veren Sütçüler Kaymakamı'nı yerinde tutunca, bu ülkede Yaşar Kemal'e sansür uygulamak, Aziz Nesin'e yasak getirmek de sıradanlaşmakta... Sadece bu mu? Çarşamba günü hükümet üyeleri ile yemek yiyen AB üyesi ülkelerin büyükelçilerinin şikayetlerine kulak kabarttınız mı? Radikal gazetesi büyükelçilerin şikayetlerini manşet yapmıştı. AB, "Güneydoğu'da sivil seçenek yaratılmamasından, bir mal gaspını sona erdirmeye yarayacak olan Vakıf Yasası sorununun çözülmemesinden, din özgürlüğünün sorunlu olmasından" yakınıyordu. Hatta "İlerleme Raporu"nun olumsuz çıkma ihtimalinden söz edilmekteydi... Türk yazarlarını sansürleme, yasaklama da bunlara tuz biber ekecektir...
AK Parti hükümeti için "AB çekiciliğini yitirmiş" gözükmekte... Çünkü hükümet, Türkiye'nin "AB standartlarında bir ülke olmasını" hedeflemek yerine, gereğinden fazla AB'deki geçici siyasal çalkantılara endeksli. Fransız Başbakanı'nın Türkiye'nin kazanılmış haklarını unutmuş gözüken abuk sabuk teklifleri, Almanya Parlamentosu'ndaki Ermeni yasa tasarısının oy birliği ile kabulü, Türkiye'nin "AB standartlarında bir ülke olma" gayretini ve ihtiyacını ortadan kaldırır mı? Üstelik biz AB'deki eleştirilere bereketli bir şekilde koz vermeye devam edersek, yapılan ölçüsüzlüklere karşı nasıl güçlü ve kararlı olabiliriz ki? Doksan yıldır tartışmaktan kaçındığımız Ermeni Sorunu da, azınlık vatandaşlarımızın gözlerinin yaşına bakmadan mallarına uyguladığımız gasp da şimdi bizlere ağır bir fatura olarak geri dönüyor? AK Partisi, AB standartlarına arkasını döndükçe, içerdeki "atanmışların" yaratmak istediği çalkantı karşısında da güçsüzleşir... Çünkü Türkiye'nin AB ölçütlerinde bir ülke olmasını önlemek, Çankaya'yı "devletin" makamı gören "atanmışların" en büyük hedefiydi... Bu ekmeğe yağ sürmek, AK Parti'yi de "atanmışların" silik kopyası haline getirir... Aslı varken de kopyasının geçerliliği olmaz...
|